Haminne

11 0 0
                                    

"Koca bir yarıyıl tatili gibi gelmişti. Oysaki sadece iki gündü."
Haminnenin en son ne zaman durduğu bilinmeyen gonk gonk saati, beni de zamana kayıtsız kılmıştı belli ki...
Yuvacık'a vardığım gibi, dağlardan savrulup gelen temiz havanın başımı döndürdüğünü hissettim. Çok geçme- den de tüm bedenime yayılmaya başlayan bir dinginlik... Hayatının sonbaharını yaşayan seksen beşlik bir ihtiyarın, uzun süre değişmeyen sabit bakışları, ağır ağır salla- narak tespihini çekişi ve hiç ötmeyen kuşları; onların da etkisi büyüktü bu ruh hâlimde.
Bana dünya içinde bir başka dünya gibi gelen Yuvacık'a geldiğimde, öğle vaktiydi. Eskiden, bir ıslık öttür- düğümüzde, haminne anlardı geldiğimizi. Şimdiyse bu ıslıklar, yaşlı kadının iyiden iyiye ağır işitmeye başlayan kulakları için cılız kalmıştı. Ancak merdivenleri çıkıp ka- pısının önüne geldiğimde, zile uzun uzun basmama gerek kalmadı. Emindim ki ben daha otobüsten inerken o, iskemlesini antreye çekmişti.
Haminnenin elini öpüp başımı kaldırdığımda, yaşlı kadının gözlerinin yalnızca feri değil, ifadesinin de biraz
43


BEYZA EREN
44
biraz gitmiş olduğunu gördüm. O an anladım ki, "her daim yanımda bulundurduğum kalem kâğıdı bir kenara bırakıp hayatının sonbaharında, ilkbahar çiçekleri yetiştiren bu tuhaf yaşlıyı seyre dalacaktım".
Bavulumu bir kenara bırakırken:
— Temiz hava çarptı galiba. Başım çok ağrıyor, diye söyleniyordum ki, bir anda utanıp sustum.
Karşımda, beni beklediği sırada sandalyede oturup ayaklarını sarkıtmaktan sol ayağı iyice şişmiş ama bunun farkına bile varmamış yaşlı bir kadın vardı. Bu arada, haminnenin şu ana kadar herhangi bir rahatsızlıktan yakındığını hiç duymamıştım. Ne durumda olduğunu, tan- siyonunu ölçünce anlıyorduk. O iki günlük tatil için toparlanıp haminneye gitmeye karar vermemin, kuşkusuz bir nedeni de buydu. Öyle tasasızdı ki...
Rastlantı değil ya, koridorun başındayken, eski kom- şusu Nergis Hanım'ın fesatlığına söylenirken, koridorun sonuna geldiğinde:
— Nergis Hanım'ı hatırlar mısın? Pek hoş hanımdı. Yay gibi kaşlar, deyiverirdi.
Bu arada şu ünlü Nergis Hanım, ben doğmadan önce ölmüş. Bunu da annemlerden öğrenip haminnenin Ner- gis Hanım'dan bu kadar söz etmesi üzerine, fotoğraf albümlerini karıştırmaya kalkmıştım.
Ancak bir şeyi unutmazdı haminne: Arada şöyle bir "ah" çekip:
— Hâlimiz vaktimiz iyiyken, kırık elmastan bir kol- yem vardı. Pek gösterişli... Rahmetli Engin beyciğimin


BENİ BANA BIRAK
armağanıydı. Kim bilir, şimdi hangi kuyumcunun vitrininde, derdi.
Bunu ilk dinlediğimde oldukça etkilenmiş, ben de kırık elmas kolye için bir "ah" çekmiştim. İki gün içinde parmaklarımla göstermeme yetmeyecek kadar aynı şeyi dinleyince ise, haminne için "ah" çekmeye başladım.
Yuvacık'ı yarım ay şeklinde çevreleyen dağların üzerleri dumanlanmaya başlayınca, haminnenin gözlerinin de buğulandığını gördüm. Onu öyle görünce, elinden çekip:
— Haydi, bana şu namı diğer Yeşilçam kasetlerini göster de birlikte izleyelim, diye atıldım.
Gözlerinin neden buğulandığını tamamıyla unutup hiç gecikmeden kalkmaya yeltendi. Koluma girdi; yavaş adımlarla salondaki eski büfenin önüne doğru ilerledik. Kasetler, geçen bayramdan kalma çikolata kutularının arkasında diziliydi nedense. Haminnenin, büfenin altın- daki bu kapaklı gözü değerli eşyaları için ayırdığını, çok geçmeden anladım. Bir lavanta kolonyası bulup çıkardı ve bayram çocuğuymuşum gibi, kafamın üstüne döktü. Hapşırmaktan, filmlerin adlarını okumakta epey zorlandım.
O akşam, kaseti taktıktan sonra bir tabak dolusu cips ve kolalarımızı da alıp yaptığımız keyfin, bir yıkıma dönüşmesi an meselesiydi. Bu durum, kulağa pek de normal gelmiyor; ancak haminneyi öteki yaşlılarla kıyaslamak, ona saygısızlık olurdu. Kaseti takıp aceleyle mutfağa gitmek üzere ayaklandığımda, nezaketen haminneye de sordum:
— Kendime kola koyacağım. Siz de içer miydiniz?
— Yok kızım, sağ olasın. Ama şu ihtiyara bir fincan kahve yaparsan, çok makbule geçer, demesini bekliyordum.
45


BEYZA EREN
46
Ama o:
— İçerim güzel kızım, deyip muzipçe gülümsedi.
Geri döndüğümde cips tabağını ortamıza koyarken, hâliyle hiç duraksamadım.
Bir ara bana, eskiden patatesi rendeleyip kızarttıkları "anne cipsi"nden söz etti, "Bir gün de onu yaparız." diye. Tam da o sırada annem aradı. Ağzımdan cips sözcüğünün ilk hecesinin çıkmasıyla, telefonun diğer ucunda küçük bir çığlık duydum:
— Aman kızım, ne diye cips koyuyorsun önüne? Tan- siyonu, on dokuzun altına inmiyor... Bakma sen onun bir şey söylemediğine! Her yiyelim dediğine aldırma sakın!
Nasıl böyle bir şeyi unutabildiğime inanamazken, te- lefonu tutan elim ter içinde kalmıştı:
— Tamam, anne. Ben, hemen önünden tabağı almaya gidiyorum, derken annemin:
— Hami sana emanet, dediğini duydum.
Bir koşu oturma odasına vardığımda, haminnenin bir yandan keyifle gülerken, bir yandan da artık kuca- ğına iyice yerleşmiş olan tabaktaki son cipsleri de yediğini gördüm. Titreyen elindeki cipsi almak ne kadar zor gelse de aldım ve açıklamaya giriştim:
— Ah, haminne! Neden bana tansiyonunun yüksek olduğunu söylemedin?
Haminne, beni hiç duymamıştı sanki ve ben telefonla konuşurken, o da benle konuşmayı sürdürmüş olmalı ki:
— Bildin mi şu artisti? Az önce demiştim ya, şimdi Fatma Girik çıkacak diye?


BENİ BANA BIRAK
— Aşk olsun, haminne! Bana, "Sen Merve miydin?" diye soruyorsun ama diye söylendim, yarı alayla.
Unutmadan kucağındaki cips tabağını almaya yeltendiğimdeyse, son cips kırıntılarına da parmağını bastırıp ağzına götürüyordu.
O filmi, ben de onu izlerken bayağı eğleniyorduk. Kamburu çıkmış sırtına geçirdiği entarisindeki kır çiçekleri, her gülüşüyle güneşi görmüşçesine titriyordu. Televizyo- nun ekranına, bana ilk geldiğim zaman baktığı gibi öylece bakarken, "İnsan yaşlandığında, gözlerindeki ifadeyi de mi yitiriyor?" diye endişeyle sordum kendime.
Bu sırada televizyonun üstündeki delik işi örtünün ekranı örtecek kadar kaymasıyla, haminne bana döndü birdenbire. Gözlerini kısıp dikkatle baktı bana ve:
— Sen Beyza'sın değil mi, diye sordu.
Aynı anda onu da kendimi de yanıtladım:
— Evet, ben Beyza'yım...
Daha kısık bir sesle sürdürdüm:
— Bu gözler böyle baktıkça da hep Beyza olacağım!
Gözlerimizdeki ifadenin, yaşlansak da öylece kalakalacak olması beni öyle rahatlatmıştı ki, bir an gözlerimi yumup gülümsedim kendi kendime. Ancak, haminnenin açıkça bir derdi vardı şimdi:
— Sen acıktın mı, diye sordu bana.
— Yok, acıkmadım, dediğimde:
— İyi, zaten ben de acıkmadım, diye yanıtladı.
Burusuk elinin ustune, bir gun benim de aynen onun kadar burusacak elimi koyup gulumsedim. O an bakısları ne kadar umudumu kırsa da yine sabit kalmıstı. Ama soyledigi soz, cok ama cok hosuma gitti:
— Elin elime degsin de senden bana genclik bulassın, kızım...
Geceleyin karyolaya yatıp gözlerimi kapadığımda, bir "gonk" sesi duydum. Bu ses, televizyon sehpasının arkasına yerleştirilmiş, ahşabı tozlanmış büyük saatten geli- yordu. Saat tam da on ikiydi ve ben yeni yaşıma, kendi hâlinde mazbut bir semt olan Yuvacık'ın evin içine kadar sızan müthiş sükûneti içinde giriyordum...
O güne kadar, doğum günlerimin benim için bir an- lamı yoktu. Öyle ya, doğum günümde burada bulunmak istememi kimse anlayamamıştı. Ama ben, bir şeylerin değerini şimdi çok daha iyi anlıyordum. Bir gün gelecek, doğum günümü bile hatırlayamayacak ve bu yüzden kaç yaşına girdiğime aldırmayacak hâle gelecektim.
Tüm bu düşüncelerim beni karyolanın içine gömdükçe gömerken, bir tıkırtı duydum. Başta karyolanın gıcırtısı olabileceğini düşünürken, art arda yinelenen tıkırtılar, yanıldığımı gösterdi.
Hafif bir tedirginlik duyumsayarak kalkıp sesi izlemeye başladım. Mutfağa iyice yaklaşmıştım ki, gecenin loşluğunda antreye yansıyan seksen beş yaşındaki gölge tahminlerimi doğruladı. Haminneyi, buzdolabının karşısında buzluktan yeni çıkardığı belli olan çiğ sucuğu, ağzında kalan azca dişiyle kemirirken buldum. O buz tutmuş çiğ sucuğu yiyebilmek için öyle gayretliydi ki, "Ne için?" diye sordum kendi kendime...
Haminnem sucuğu sokuşturarak buzdolabına geri koyduğunda, yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Arkasında


BENİ BANA BIRAK
kalan balkon kapısından yansıyan dağ manzarasına daha bir dikkatle baktım. Yine dumanlıydı dağlar ve o dumanlar, haminnemin yüzündeki kırışıkları gölgeliyordu. Bir bebekmiş gibi, bir melekmiş gibi...
Bir an, içeriden bir "gonk" sesi geldiğini duydum ama baştan beri yanılmışım... O saat en son "gonk" dediğinde, haminne benim yaşımdaymış. Antika diye saklamış saati bunca yıl. Ben de ona:
— Madem sen bunca yıl, o kadar kardeşine karşın bu antika saati saklayabildin, şimdi sana yapacağım jesti de aramızda bir sır olarak saklarsın, değil mi, diye sordum.
Az sonra elimde spatula, tavadaki sucukları ters düz ediyordum.
Beyza Eren Ferhatoğlu

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jan 31, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

HaminneWhere stories live. Discover now