1| cousin

65.6K 767 65
                                    

Başlamadan önce bilmeniz gereken şey bu hikayeye yeni bölüm gelmeyeceğidir. En azından sonunda bunu belirtecek cesareti kendimde bulabildim. Sizi seviyorum, şu amatörlüğümü hala arada bir okuyanlar çıkıyor, silmek istemiyorum çünkü anılar, yüzümdeki tebessüm vs vs. Son bir kez daha Göksu'dan bir "Herneyse", Sonuçta hikaye yarım kalmıştır, eğer yeni başlıyorsanız; okumaya başladıktan sonra bu konuda bolca sinirleneceksiniz, eğer anıları yad etmek için buradaysanız, bana zaten sinirlisinizdir ki, kızdığınızda çok tatlı görünüyorsunuz <3 

there's no next time but, see you blues. 07.06.17

(ayrıca gerek multimedya, gerekse aralarda bıraktığım notlar olsun hiçbir şeye tekrar dokunmuyorum, şarkıları değiştirmiyorum, ama şuan bu yazıyı yazarken dinlediğimi sizinle paylaşmak isterim, sonuçta kaç senelik dostuz, değil mi sayın okur?) 

(Niklas Aman - Send Receive)


now, let's begin, shall we?


Olive'in anlatımı,

17 yaşında; tamamen zengin kavramının ayakta yürüyen versiyonu olan ben, nasıl oluyordu da hâla o aptal okulda popüler olamıyordum? Ve evet, onların onlarca aşk, sınav vesaire problemi vardı ve empati kurmalıydım ama benim problemimde buydu.

Okulun en zengin kızı olmama ve lisenin son senesine gelmiş olmamıza rağmen, popüler olamamam benim problemimdi. Yani, adımı bilen bir kişi bile yoktu ama ben; en eziğinden popülerine kadar hepsini bilirdim.

Tamam. Belki de zenginliği fazla abartıyor ve kendimi bir bok sanıyordum.

Aslında evet, olay tamamen buydu. Size birazdan anlatacaklarımı yaşayıp, onunla tanışıncaya kadar.

Kısaca hayatım, ondan önce ve sonra diye ikiye ayrılıyor...

Önce;

Okuldan eve dönerken beni almaya hep şöförümüz Carl gelirdi. Aslında beni sabahları okula da o bırakırdı. Heryere o götürürdü. Pekala, Carl gerçekten harika bir insandı. O gün cuma olmasına rağmen, gezmek istemiyordum. Okulun demir giriş kapısında dakikalar boyunca dikilip arabanın gelmesini bekledim. Arabayı annem ve babam için kullanmadığı zamanlar dışında hiç geç kalmazdı. Kalmamıştı. Size; eve doğru yürümeye başladım derdim ama evin yolunu bile bilmiyordum. Daha fazla beklemek istemediğimden demir kapının dibine oturup, sırtımı duvara yasladım ve numarayı tuşladım. Carl... çalıyor...çalıyor...çalıyor... sonunda kapattım. Çok geçmeden geri aradı. Hızla telefonu açıp kulağıma götürdüm. Tam 'beni nasıl bu korkunç yerde -okulu kast ediyorum- bırakırsın?' konuşmama başlayacaktım ki, ambulans sesleri duyuldu. Bir kadın konuşuyordu. En son Özel Empire Hastanesi lafını duydum ve telefon yüzüme kapandı. Hiç birşey algılayamıştım. Hızla telefondan taksiciyi tuşladım, okul kapısının önüne gelen taksiye atlayıp, hastanenin adını söylemekle yetindim.

Pekala hikayeyi burada keselim çünkü gerisi çok acı vericiydi. Yani... annem ve babamı hâtta ve hâtta resmen ikinci babam olarak gördüğüm Carl'ı bile aptal bir trafik kazasında kaybetmiştim. O kadar para düşkünü olan ben bana kalan mirasın yarısından fazlasını fakirlere dağıtmıştım. Kimsem yoktu... para? umurumda bile değildi artık. Ve birde ne vardı biliyor musunuz? İnsanlar annem ve babamın ölümü üzerinden prim yapıyordu. Onlar hayattayken yüzlerine sövenler şimdi acımız büyük diyip birde halimi anlıyormuş gibi beni avutuyorlardı.

Ah, hadi ama! en çok arkadaşa ihtiyaç duymadığımızda, öldüğümüzde; sözde bizi umursayan insanlar, arkadaşlarımız oluyordu. Polis, beni konuşmak için merkeze aldı. Kimsem kalmadığını biliyorlardı ve beni en yakından hangi akrabam varsa ona yönlendireceklerini söylediler. Eve gidip öylesine bir bavul hazırladım. Olur da birileri çıkarsa diye. Evde beklememin ikinci gününde bir kuzenim olduğunu öğrendim. Kirada oturuyordu. Adını bulamamışlardı. Ellerinde olan tek adresi ve uçak biletimi verip öylece gittiler. Uçuş yaklaşık 17 saat sürüyordu. Kuzenimle ilgili bir sorun olursa aramam için, Komiser McGary bana kendi numarasını verdi. O da babamın eski arkadaşlarından biriydi ve Carl gibi harika bir insandı.

17 saat diye düşündüm. İndiğimde tanımadığım birine kuzenim diye sarılacağım.

Yazarın anlatımı, Olive'e haber verilmeden iki gün önce;

Eric en heyecanlı halini takınmış, İsviçreden gelecek ve tüm ailesini kaybetmiş olan kuzenine yapacağını şakayı anlatırken Harry; fondüsünü yemekle meşguldu. Harry iyi yemek yapardı. Ve bu tatlıyı yeni denemişti. 'Bir ara tarifini alayım şunun' diye düşündü, Eric'i dinlediği filan yoktu. Bunu fark eden Eric, Harry'nin dikkatini kendi üzerine toplamak adına kollarını ona doğru salladı. Kafede bulunan herkesin ilgisini çekebilmişti. Harry'nin de.

"Tanrı aşkına ne halt yiyorsun sen?" diye sordu gülerek. Eric omuz silkti.

"Beni iyi dinle çünkü bu üçüncü anlatışım." Eric, elini Harry'nin gözüne sokmak istermişçesine üç parmağını gösterdi. Harry gözlerini devirdi.

"Her ne ise dostum, bak; o buraya gelicek ve seni kuzeni sanıcak çünkü benim hakkımda bir şey bilmiyor. Kuzeni Harry, Ha?" Eric güldü. Harry ise ona kızgınca baktı.

"Kız zaten ailesini kaybetmiş kahrolası. Bir de anlam karmaşası mı yaşatacaksın kıza?!"

Eric dudak büzdü. "Hadi ama Harry! eğlenceli olacak. Hem ayrıca bu şakayı bile kaldıramıyorsa... öyle kuzen mi olur?" gülüştüler. Bu hayat felsefeleri gibi bir şeydi. Eşek şakası yapmak. Harry elini teslim olurmuşçasına kaldırdı.

"Pekala öyle ise senin o boktan kira evinden daha fazlasına ihticamız olacak?" Eric göz bebeklerini büyüterek Harry'e baktı. "Senin ev gibi mi?" Harry kafasını sallamakla yetinip, tatlıdan yemeye devam etti. Eric yeterince mutlu görünüyordu. "Pekala Hazz, iki gün sonra geliyor."

"Eric, senin o siktiğim alman üniversitesi mektubunda 16sında Almanyada olman gerektiği yazmıyor muydu?"

"Yani?" diye sordu Eric, umursamayarak. Aslında Harry'nin de umurunda değildi.

"Şey bugün 14'ü." dedi Harry; hâla bitmemiş olan fondüsünü yerken. Tanrım, yavaş konuştuğu kadar yavaş da yiyordu. Eric, Harry'e 'Siktir' diye mırıldandı ve hızla sandalyeye astığı ceketi üzerine geçirirken,

"Nereye?"

"Eve gidip, bavul hazırlamalıyım. Sonra da ev sahibini arayıp, taşındığımı söyleyeceğim." Harry heyecanla Eric'e sordu, "Peki ya kız?"

"Bundan sonra o senin kuzenin. Sakın ona birşey belli etme. Bu yaz geri döndüğümde şakayı yaparız anladın mı?" Harry, Eric'in bu davranışına hiç şaşırmadı aslında, hiçbir zaman; sorumluluk almayı sevmezdi. Her zaman; sorumluluğu başkasına yıkardı.

16'sı; havaalanı.

Olive'in anlatımı,

Uçaktan indiğimde bana sarılacak birini bekliyordum açıkçası. Ama cinsiyetini bile bilmediğim, adı, tipi, kişiliği nasıl onu bile bilmediğim birine 'kuzen!!' yapabilir miyim? bilmiyorum. Üzerinde adımın yada soyadımın yazdığı bir kağıtla beni bekleyen biri olsaydı en azından. Yoktu ama. Yoktu işte. Uçaktan inen herkes, yakınıyla uzaklaşırken ben yine tek başımaydım. Benimle birlikte tek kalmış, banklara oturan üç-dört kişinin yanına oturdum. Geçen bir kaç dakikanın ardından, ayağa kalkmak için kıpırdandım. Aynı anda bana ve bankta oturan yalnızlar topluluğuna doğru bir genç koşmaya başladı. Benden bir-iki yaş büyük olmalıydı. Önümüze gelince durdu, nefes almak için eğildi, ellerini dizlerin üzerine koydu. Tam gitmek için bir hamle yapacaktım ki, elini bir dakika dermiş gibi kaldırdı. Doğruldu. Oturanlara ve bana -ayaktaki şahıs- dönüp derin bir nefes aldı.

"Pekala ben Harry. Tüm enerjimi, bu çıkış kapısını bulmak için harcadığımdan eğer İsviçre'den gelmiş kahrolası kuzenim buralardaysa çok memnun olurum." gamzelerini göstererek güldü. Hızlı konuştuğundan algılamam geç olmuştu. "Yok değil mi? kahretsin." diye mırıldandı ve elini saçlarına götürdü. Elimi kaldırdım. "Sakin olur musun lütfen? Sanırım o arkadaş ben oluyorum."

Multimedia'da Harry'nin kahrolası kuzenim derken ki hali var :D Yorum ve votelerinizi bekliyorum! :3

Like.Where stories live. Discover now