little red nose

1.5K 143 11
                                    

Sokağın köşesindeki kitapçının kapısını açıp elindeki uzun saplı sarı süpürgeyle beraber kapının önündeki tek basamağa bastı. Sonbaharda sararıp yapraklarını döken ağaçlar yüzünden her gün başına iş çıkıyordu çocuğun. Çevredeki ağaçlardan dökülen yapraklar, şiddetli rüzgarın etkisiyle kitapçının kapısının önünü dolduruyordu. Jungkook, bir keresinde kapının önünde büyük bir yaprak tepesi oluştuğuna bile şahit olmuştu. Sararmış yapraklardan oluşan tepe, kendisine her ne kadar güzel gelse de büyükbabası bunu görünce dükkanın köşesinde duran cadı süpürgesini -Jungkook süpürgeye böyle diyordu- çocuğun eline tutuşturup onu dükkanın önünü temizlemek amacıyla dışarı göndermişti.

İkinci el kitapların olduğu, bir kütüphane kadar sessiz, sakin bir yerdi burası. Jungkook'un büyükbabası tarafından yıllar önce açılmıştı. Kimsenin doğru düzgün uğramadığı bir sokakta, arabaların yollarını kaybetmeden girmeyeceği kadar bilinmeyen bir yerdeydi.

İçine daha çok kahverenginin hakim olduğu kitapçının tahta kapısı kırmızıydı. Jungkook küçükken birkaç arkadaşıyla beraber oyun oynarken renkli tebeşirlerle çizip berbat ettikleri kapıyı daha sonra kırmızı bir boyayla boyamışlardı. Neredeyse çocuk kendini bildi bileli kapı bu renkteydi.

Kapının önünde tek bir yükselti-bir basamak- vardı. İlk adımı attığınızda devamının geleceğini düşündüğünüz bir merdiven gibiydi aslında bu. Fakat yalnızca o basamağa basıyor ve kitapçının kapısından içeri giriyordunuz. Daha sonra ise göz yanılmasına uğradığını sanan insanların arasına katılmanız muhtemel oluyordu. O kadar sık raf vardı ki, küçük bir yerin nasıl bu denli verimli kullanılabildiği herkesi şaşırtıyordu. Hala matbaadan çıktığı ilk günkü kadar taze kokan kitaplar, raflarda tozundan arınmış bir şekilde okunmayı bekliyordu.

Kitapların olduğu kısmın üst katında oturmak için üç masa vardı. Masaların çevresinde ise ikişer sandalye bulunuyordu. Her ne kadar yer dar olsa bile ahşap merdivenlerden çıkıp oturulan bu kitap manzaralı masalar, bu kitapçıdan haberdar olanların vazgeçilmeziydi.

Her ne kadar burası bir dükkan olsa da paranın hiçbir işlevi yoktu bu küçük bölgede. Kitap almak isteyenlerin alacağı kitap karşılığında yalnızca kendi okuduğu kitaplardan birini burada bırakması yeterliydi. Ya da kitapçının içinde oturup bir şey vermeden okuyabilirlerdi. Jungkook'un büyükbabasının bu işten kazandığı hiçbir şey yoktu. Yeni kitaplar, farklı düşünceler, değişik insanlar tanımak haricinde. Evinin hemen alt katındaki bir dükkanı satın alıp açmıştı. Kendi kütüphanesiydi aslında burası ve burayı diğer insanlara açık hale getirmişti, o kadar. Böyle bir yere sahip olmaktan mutluydu.

Jungkook, yaprakları kapının önünden başka bir tarafa süpürürken üşüdüğünü hissetmişti. Okul çıkışı sıcacık evine gidip keyif çatmak varken buraya gelip çalışmayı seçiyordu, mutluydu da.

Süpürgeye takılan yaprakları, süpürgeyi yere vurarak ayırmaya çalışırken görüş alanına bir çift siyah bot girdi. Yağmurdan sonra çamurlaşan toprağa batmış gibiydiler, kirlermiş ve biraz da tozlanmışlardı.

Kafasını yerden kaldırıp botların sahibiyle gözlerini birleştirdi. Soğuktan küçük burnu kızaran kısa çocuk tam karşısındaydı. Yağmurluğuna sarınmış, kafasına yün beresini takmıştı. Sarı saçlarıyla zıt renk olan mor şapkası, beyaz tenini ön plana çıkarıyordu.

Onu görünce dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Yeniden buraya geldiğini görmek içine tarif edilemez bir sevinç salmıştı.

●●●●●

Loving Him Was Red | JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin