beni gözlerinle öp

97 15 23
                                    

onu ilk gördüğümde, henüz tatmadığım bu duyguyu yoğun bir şekilde hissetmiştim. inanın bana, öleceğimi sanmış, göğüs kafeslerimin varlığına şükretmiştim -çünkü onlar olmasaydı kalbim avcumun içine düşebilirdi.

üstelik, hissettiğim duygu filmlerdekiyle aynı değildi. hep aşık olduğun zaman, her şeyin ağır çekime geçtiğini söylerler. zamanın durduğundan bahsederler. benim için öyle olmadı. aksine, hızlandı. onu daha fazla görebileyim diye zamanın durmasını diledikçe daha da hızlandı hatta.

kısa, kumral saçlarının uçları hafif dalgalıydı. gözlüklerinin altında parıldayan gözleri beni içine hapsediyordu, göz alıcı yüzünün en güzel detayı, elmacık kemikleriydi. onu görmezden gelmek çok zordu, bütün insanların arasında yıldız gibi parıldıyordu. içinin güzelliği adeta dışına vurmuştu.

kalbim sert darbelerle göğsümü deliyor, durmak bilmiyordu. dedim ya, göğüs kafesimin varlığına şükrediyordum. kalbimde dehşet bir hisse sebep olan onu doyasıya izlemek istiyordum,
doyasıya izlemek ve onunla ilgili hayallere dalmak.

bana ilk baktığı o anı çok net hatırlıyorum. onu izlemeye dalmışken yavaşça kafasını bana çevirmiş ve gözlüklerinin altındaki o parıldayan kahveleri, benim soluk kahvelerime değmişti.
kiraz rengindeki dudakları hafifçe yana doğru kıvrılmış,
gülüşü yanaklarımın cayır cayır yanmasına sebep olmuştu. kalbim de onun için çıkacakmış gibi atıyor, ismini bilmediğim bu yabancı bende fazlasıyla güzel etkiler bırakıyordu. sanki birbirimize bakarken tüm dünya kocaman bir sessizliğe bürünmüştü. tam o sırada bir göçmen kuş sürüsü gökyüzünden geçiyordu; eylül ayıydı, sonbahardı.

bakışlarını benden çekmesiyle boşluğa düşmüş gibi hissettim. gözleri, gökyüzündeki kuşlara çevrilmişti. güzelliğini birkaç somut kelimeyle betimleyemiyordum aslında; ama bu güzellik, bu kusursuz güzellik yeterince açıktı. ilk başta aramızdaki mesafeden dolayı gördüklerimde yanılmış olduğumu düşündüm, gökyüzünde uçan o kuşları izlerken birden gözleri doldu. çok geçmedi gözlerimin yanılmadığını fark etmem, göz yaşları yanaklarından süzülmeye başladı. o ân kuşlar hakkında ne düşündüğünü öğrenmek, göz yaşlarının sebebini bilmek ve o sebebi sonsuzluğa gömmek istedim.

çok geçmeden bakışlarını indirdi ve yanaklarındaki birkaç damlayı sildi. bir ânlığına tekrar buluştu gözlerimiz, ancak ilki kadar uzun değildi.

kendime gelebilmek için kafamı sağa sola sallayarak gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. yanımda konuşan diane'i dürttüm ve lavaboyu işaret ettim. tamam, dercesine başını salladı ve pek de önemli olmayan, sahte konuşmalara geri döndü. lavaboya girdim, yüzüme birkaç defa su çarptım. kendimi aynada incelmeye başladım. yanaklarım hafif kızarmıştı. göz altlarım her zaman ki gibi mordu; uyuyamıyordum, yorgundum. tüm bunlarla beraber ilacımın o olmasını umuyordum. çünkü onu gördüğüm zaman tüm yorgunluğum uçup gidiyordu. onu seviyordum, onu uzaktan izlemeyi seviyordum, onunla ilgili her şeyi seviyordum. lâkin hakkında bilmediğim o kadar çok şey vardı ki! bunları öğrenemeyecek ve hiç bilemeyecek olmam beni kahrediyordu. belki de bu onun ilk ve son görüşümdü. tanrı yaşadığım onca şeyden sonra beni bir kerecik ödüllendirmiş ve bana onu bahşetmişti. o yaşadığım en güzel şeydi, beni bilmeyecek bu kadına aşık olmak yaptığım en güzel hataydı.

ben düşüncelerimle boğulurken biri daha lavaboya girdi, bu o idi. o gülümseyen yüzünün ardındaki çökmüş kızı görebiliyordum ve bu kadar net görmek canımı yakmıştı. yanımdaki yere geçti ve aynada kendine bakmaya başladı. istemeden, gözlerim aynadaki ona kayıyordu. öylesine güzeldi ki, bakışlarımı ondan alamıyordum. o sırada ağzından çıkan kelimeler karşısında ne cevap vereceğimi şaşırmıştım.
neden sürekli bana bakıyorsun?
kelimelerini kulağımın dibinde derin, yumuşak, tatlı bir keman gibi işittim. sesinde, kemanını çalarken bir notayı bile kaçırmaktan ölesiye korkan kemanistin yaptığı gibi bir titreklik vardı, bundan dolayı da insanlara ulaşırken kırılıyordu.

o an için kaçmayı düşündüm. bunu anlamış gibi bana döndü ve cevap isteyen gözlerle
lütfen, dedi.

bir şey diyemedim; dilim tutulmuş, göz yaşlarım akmak üzereydi. yağmurlarımı tuttum ve söylemeye çalıştım. ilk bakışta onun tüm içtenliğini gördüğümü ve bunun beni gereğinden fazla etkilediğini o kadar çok söylemek istedim ki! ona seni seviyorum diyebilmeyi...

ama yapamadım. bekledi, benden bir cevap bekledi. gözlerindeki umudu görebiliyordum. sahi, benim hakkımda ne gibi umutlar edebilirdi ki? herkesin umudunu kestiği biriydim ben, bunu bilmiyordu belki de bu yüzdendi benden bir cevap alabileceğini düşünmesi.

sustum, gözleriyle sorusunu tekrarladı fakat sustum. ve o, beklemekten vazgeçti. gerçek ve korkak beni gördü, sonra da hayal kırıklığıyla çekip gitti. kendime lanetler savurdum. kafamı duvardan duvara vurmak istedim. kendimi öldürmek istedim, yine. neden bu kadar aptalım diye kendime bağırmak ve zarar vermek istedim, yine. ama hiçbirini yapacak kadar cesur olmadığımı fark ettim,
yine.

lavaboda hiçkimse yoktu. birkaç dakika kadar önce bana eşlik eden sözleri de sönüp gitmişti. ve ben sadece ağladım. tek yapabildiğim, tek başarılı olduğum şey de buydu zaten.

//
okuduğunuz için teşekkürler. bu aslında hiç kimseye, aslında iki kişiye.
hesabın ruhu ve hesabın ruhunu kullanarak bana bunu yayımlatan aq çiçeği için.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 13, 2018 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

kiss me with your eyes [g×g]Where stories live. Discover now