Giriş

307 41 77
                                    

Şehrin gök kubbesini kaplayan kara bulutlar, kendilerini belli edercesine gürlüyorlardı. İnsanların kulaklarını, dili lâl olmuş* bir insanın vaveylası* misali tırmalamak üstlerine düşen bir görevdi sanki.

Gönüllerin yangınını söndürmeye yetmeyen yağmur damlaları, kanalizasyona doğru uzun bir yolculuğa çıkıyordu. Asfalta yavaş yavaş damlayan, harfendaz* olmuş damlalar, melodileri ile yolda serenat oluşturuyordu.

Bunca kızgın gürültüye rağmen safderun* insanlar kol geziyordu puslu sokakların kuytu köşelerinde. Kendilerine buldukları birer sığınak, sessizliğin ardında saklanmaktı çareleri.

Dışarıda koşuşturan çocukların, birbirlerine bakarak gülmeleri hele... Sanki en iyi saklanma yöntemi idi. Bir baktığında, çimen kokulu bir çayırda kol geziyordu sanki koku duyun.

Bir de, her şeyden sarfinazar* etmiş insanlar yok muydu şehrin kan kokan sokaklarında dolaşan? Omuzlarından düşecek paltoları, soğuğa meydan okurcasına çatmış kaşlarını! Öyle bir umursamazlık...

Sonbaharın getirdiği bir yorgunluk hüküm sürüyor insanların bedenlerinde. Sermest insanlar, sokaklarda içlerinde uyuşukluk dürtüsü ile yürüyor... Mevsimin yapısına zıt düşmüş olarak, öyle canlı bir ortam var ki dışarıda...

O ise, merdümgiriz* bir insandan farksızdı... Objeleri, hatırladığı kadarı ile kurgular, rivayetleri bildiği gibi yaşardı... Hayatı sürüp giderdi işte.

Hangi ara, takılı kaldı bu dükkanın kirli satırları arasında? Duvarlara astığı namütenahi* boyaların süslediği bez parçaları mı bağlamıştı onu buraya?

Zevahiri* öylesine kirli olan bu dükkanın ardında, aklanmış ruhlar geçiriyordu saatlerini.

Meyus insanların uğradığı ve bakıp çıktığı bu dört duvar mı onu böyle güçlü bir şekilde çivilemişti olduğu semte?

Görme duyusunun, safderun kalbini etkilemediği bir konumda bulunması, sevilmesinde en büyük unsurdu esasında.

Bir yüzden başlayarak, başka yüzlere sirayet eden gülümselemelerin ardında, görünmeyen kapkaranlık dünyası olması mıydı peki ona insanları bu kadar çeken?

Neydi onu bu kadar özel kılan? Canhıraş bakışları mı, görmeden sevdiği semtin vatandaşları mı?

Yoksa, tümden semt miydi? Munis semtin, meyus insanları demiyoruz boşuna...

Aslına bakılacak olursa, bunların hepsi küçük birer detaydı. Asıl pâyidar olan, içindeki sevgiydi. Tahayyül ederek, sayfalarına döktüğü büyüklü küçüklü umutlardı. Sıradan bedeninin içinde taşıdığı, tumturaklı kişiliğiydi.

Peki ya, ona yaşayacağı şöhreti kazandıran neydi?

Efsunkar çehresinin altında yatan, amiyâne düşüncelerin ortaya çıkardığı bir fikirdi... Kendi ömrüydü...

Saman kağıdı bir sayfaya çiziktirdiği, hunharca büyüyen hayallerdi. Kendisi olmasıydı...

Onu böylesine, dilhun etmiş özelliği sayesinde dile gelmişti tekrardan...

O, tuvalin paslanmış demirleri ardına gizlenen, kutusundan damlamış bir boyaydı. Dikkatli bakan görebilirdi.

O, sadece kendisi gibi görme engellilerin hayalinde çeşitlerce canlanacak bir şey yapmıştı...

Eline aldığı, narin fırça ile kör ömrünü resmetmişti...

***
Lal olmak: Konuşamaz duruma gelmek, dili tutulmak.

Vaveyla: Çığlık.

Harfendaz: Sivri dilli, onur kırıcı söz söyleyen.

Safderun: Kolayca aldatılabilen, temiz yürekli.

Sarfinazar: Vazgeçmek, bir kenara bırakmak. (Metindeki anlamı her şeyden vazgeçmek olarak kullanıldı.)

Merdümgiriz: Toplumdan kaçan, insanlar arasında olmaktan çekinen kimse.

Namütehani: Ucu bucağı olmayan, sonsuz, sınırsız.

Zevahir: Bir şeyin dışarıdan görünüşü.

Kör Ömrünü Resmetmek | YAKINDAUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum