Aşağıya Bakmadan, Uç da Gel

3.6K 199 317
                                    

"Kyungsoo!" diye bağırdı annem, hırıltılıydı sesi ve kızgın bakışlarıyla ne yapacağımı bekliyordu "Şakanın sırası değil oğlum, in aşağıya çabuk!"

Omuz silktim ve kollarıma taktığım kanatlı mekanizmamı son kez kontrol ettim, bu sefer olacağına adım kadar emindim çünkü her şeyi hesaplamıştım; serbest düşme hızımı, kütle çekim katsayısını, yapay kanatlarımın açısını, hangi maddenin daha hafif olduğunu ve dahasını, hepsini düşünmüştüm. Artık uçmamam için bir neden kalmamıştı, belki aşağıdaki iki çift gözün kızgın bakışları ve aşağı indikten sonraki türlü cezaları düşündüğümde, uçmak beni korkutuyordu ama olsun, yıllardır bu anı bekliyordum. Her şeyi göze almıştım, annemin dırdırını ve bu sene okul ortalamam iyi diye babamın vereceği cepleri taşıran harçlıkları bile.

Seneler sonra, tam beş yaşımdan beri –şu an 16 yaşındayım, yani ne kadardır bununla uğraştığımı siz hesaplayın- uçmak için sayısız kere ailemden ve çevrem azar işittim. İlk serüvenlerim, babamın beş yaşına yeni girdiğimde bana aldığı renkli uçurtmadan sonra başladı. Gözlerimin nasıl ışıl ışıl parladığını, avuç içimin nasıl da terlediğini hiçbir zaman aklımdan da kalbimden çıkaramıyorum, o anıları hala içimde, hücrelerimde, hücrelerime gelen her bir kan damlasında hissediyorum.

"Sanırım beni gerçekten de leylekler getirdi anne!" dedim ben de, iki katlı evimizin çatısından aşağıya, bütün mahalleyi ayağı kaldıran bir sesle bağırdım. Herkes deli olduğumu düşünüyordu zaten, annem ve babamın oturaklı hallerine hiç mi hiç uymayan delirmiş evlatlık çocuktan başkasını görmüyorlardı bende.

"Saçmalıyorsun Do Kyungsoo!" diye azarladı beni annem, aşağıdan yukarıya baktığı için boynundaki sinirden dışarı fırlayan damarları sayılıyordu, çok kızdığı belliydi "Bu saçmalıkları yıllardır duyuyoruz bu yüzden ben oraya gelip seni aşağı atmadan önce kendin güzelce merdivenlerden inersin, duydun mu beni?"

"Belki de saati 200 dolar karşılığında bu saçmalıklarımı dinleyecek bir terapist ayarlamalıydınız," dedim sırıtarak, uçmaya hazırdım artık, çatının tam ucuna geldim, ayak parmaklarımı esnettim ve son sözlerimi söyledim "Böylece benimle uğraşmanıza gerek kalmazdı".

Beyaz bir çarşaf gibi açılan yapay kanatlarımı kollarımı gererek tutarken, ayaklarımın altında artık çatının kiremitlerini hissetmiyordum; altımda kayan bir rüzgar akımı ve bedenimin her yerine ulaşan boşluğa düşme hissi beni heyecanlandırıyordu, kalbimin kıpırtısını ve devamlı pompaladığı kanın akışına ters gidemiyordum, sabırla beklediğim şu anın tadını önüme serilen manzarayla daha da iyi alıyordum. Bütün sokak ahalisini bir karınca topluluğunu izler gibi izledim ilk önce, ardından onları geçtikten sonra kanatlarımın üstünden ve altından geçen rüzgarın sesini işittim, güneşin bedenime yansıyıp da yeryüzünde gölgemi oluşturmasına hayran kaldım. Bir çılgın gibi, histerik bir kahkaha tufanına tutuldum çünkü uçuyordum.

Beş yaşımda babam bana uçurtmayı uçurup rüzgarla havada asılı kaldığı o anlarda hediyemi beğenip beğenmediğimi sormuştu, kısacık kollarımı arkaya gerebildiğim kadar çok gerip işte bu kadar çok sevdim babiş, demiştim. Üç yıl kadar büyüdüm, sekiz olduğum gün babam bu sefer beni helikoptere bindirmişti. Kısacık kollarımla ne kadar büyük bir mutluluğa girdiğimi gösterdiğim beş yaşımdaki halim gözümün önüne gelmişti, o zaman ne kadar da hiçbir şey bilmediğimin farkına varmıştım. Dünya ayaklarımın tam altındaydı, sanki gözlerimin önündeki her şey benimmiş gibi havadaydım. Babam yine hediyemi beğenip beğenmediğimi sordu, bense gözlerimin önündeki görüntüye hayran kalarak çok sevdim dedim, çok sevdim hem de dünyalar kadar, baba.

Helikopter maceramdan sonra uçurtmalardan tamamen kopmuştum, daha fazlasını, hem de çok daha fazlasını istiyordum. Doymak kavramına daha henüz varacağımı düşünmüyordum, serüvenimin yeni başladığını hissediyordum çünkü sekiz yaşında, kanatlı oyuncaklarla oynamayı, küçük bir aletten büyük bir insan bedenini nasıl uçurabilirim sorularına cevap arıyordum. Annem bu hallerimi gördükçe günde en az yüz elli beş kere içini çekiyordu, babam ise gülümseyerek bakardı ve ardından tekrar sabah gazetesindeki dünya bankası haberlerine gömülürdü.

Aşağıya Bakmadan, Uç da GelWhere stories live. Discover now