Mektup

90 3 0
                                    

Vaktiyle diye başlıyordu ilk söze.

Vaktiyle, bir cuma günü görmüştüm sizi.

İşte o vakit âşık olmuştum gözlerinize.

Siz alttan attan bakınca ben erimiştim olduğum yere.

O günden sonra sizi çok aradım fakat bulamadım.

Şimdi bir adres geçti elime, bir umut dedim ismine, belki cevap yazarsınız diye size yazıyorum...

Vakit baharın sonuydu.

Eylül ayının ilk günleri

Sararmış yapraklar yere bir bir düşerken, gözleri de düşüyordu her bir yaprakla...

Hüzün kaplamıştı odayı, üstüne üstüne geliyordu her şey.

Kırık dökük bir oda, bir parça masa ve sandalye

Bir kenarı yırtılmış kanepesi, üzerine serilmiş yatağı vardı sadece.

Hiç umursamıyordu, o günden beri hayatı. Ne diyordu kendi kendine 'Ah o gözler'.

Tek başına yaşıyordu.

Sanki hayatta, tek kendisi ve 'Ah o gözler' dediği gözlerin sahibi vardı.

Yaşı bir hayli ilerlemiş gözükse de yirmi beşindeydi.

Okulunu yeni bitirmişti bitirmesine ama perişan bir haldeydi.

Ailesinden uzaktaydı şimdilik.

Adı Halil, Halil'di...

Mahzun çehresi tebessüm saçardı gördüklerine, görenlerine.

Onunla konuşan herkes mutlu olurdu.

Mutlu değildi şimdilerde Halil ama son bir kaç gün umuda sarılmıştı. Dualar ediyor 'Ya Rabbi! Ne olur cevap versin' diyordu.

Mektubu yazmış, katlayıp güzelce bir zarfa koyup, kapatmıştı zarfı. Dışarı çıkacak, ilk işi postaneye gitmek olacaktı. Hızlı adımlarla gidiyor, bir an önce ulaşsın, cevap gelsin istiyordu. Heyecanlıydı Halil hem de çok. Cevap gelmeye de bilirdi aslında, hiç bunu düşünmüyordu. Aklına bile getirmiyordu. Umutluydu Halil.

Postane uzaktı, koşar adımlarla bir saatlik yolu yarılamıştı bile on dakikada. Zaman içinde zaman yaşıyordu sanki. Az sonra vardı, sıra bir hayli çoktu. Elindeki numara 105'ti. Tam da O gözleri gördüğü tarihti. 5. Ayın 10'u. Tevafuk dedi ve güldü, daha çok sıra vardı, tam yüz kişi. 'Biter' dedi, güldü numaraya bakarak. Pencereden dışarıyı seyrediyor, her uyarı sesinde panoya bakıyordu. Yağmur yağıyordu şırıl şırıl. Halil, 'Çiseliyor' diyordu kendi kendine. Sıra bitmeye gelince gişeye yakın bir yere geçti. Zarfı tekrar kontrol etti, bir daha, bir daha. Bilmiyordu ki zarfı kutuya atacaktı. Unutmuştu heyecandan. Sıra kendine gelince:

- Merhaba, ben mektup gönderecektim dedi.

- Mektup mu?

Şaşırmıştı memur. 'Bu zaman da mektupla mı haberleşiyor' dedi içinden Halil'e bakarak.

- Evet, mektup, acele ederseniz sevinirim hanımefendi.

Mektubu aldı inceledi ve kapı kenarında bulunan kutuyu göstererek

- Şu kutuya atın dedi.

Halil hemen götürdü attı kutunun içine.

Bundan sonrası beklemekti artık. Sabırla bekleyecekti cevabı. Ya doğru değilse adres, ya cevap vermezse...

Nefsiyle mücadele ediyordu. İmtihanı erkenden başlamıştı.

Kesin diyordu, iyi bir arkadaşından almıştı. Kesinlikle Onun adresiydi.

Eve giderken içinden hep hesaplar yaptı. Islandı, sırılsıklam oldu ama farkında bile değildi Halil, umurunda bile değildi. Cevap gelse Onun için yeterdi de artardı.

Bekleyecekti. Beklemek yakacaktı Halil'i.

Uzun Bir HikayeWhere stories live. Discover now