-1-

15 0 0
                                    

Taş Kent o gün karanlık bir sabaha uyanmıştı. Zaten kömürün verdiği karanlık uzun zamandır şehrin her yanına hakimdi. Madenlere giden işçiler şarkılar söylüyorlardı. Melin, maden ocağına giden patika yolu izlerken ucuz miktarlara çalışarak geçimini sağlayan işçilerin köleliklerini taçlandırır gibi şarkılar söylemesine üzülerek bakıyordu. 

Grevler, isyanlar sadece evlerine ekmek götürememelerine sebep olduğundan artık kadere boyun eğmekten başka bir şey yapamıyorlardı. Ne zaman bu patika yoldan yürüyen işçileri izlese eve gittiğinde yemek yiyemiyordu. Soylu bir aileden gelmesi sanki ona verilmiş bir ceza gibiydi. Yolun başında kafasına taktığı siyah kepiyle Arthur görünmüştü. Kalbi sevinçten deli gibi çarparken utancından kızardığını bildiği yüzünü başka yöne çevirmeye çalışıyordu Melin.

Arthur hızlı adımlarla sevgilisinin yanına geldiğinde sımsıkı sarılmışlardı. Arthur'un babası da maden işçisiydi. Artık bu büyük bir statü farkı değildi aslında. Eskiden olsa belki tuhaf karşılanırdı ama ikisinin de umrunda olmazdı yine. Melin kasabanın içindeki pastanelerden birinde oturmayı teklif etse de Arthur gözlerden uzak olmayı istiyordu. Bu yüzden kasabanın dışındaki patika yola yakın nehrin kenarında buluşmuşlardı.

"Sanırım hala hakkımızda laf edecekler diye korkuyorsun." dedi Melin parmaklarıyla oynarken. Neredeyse beş aydır beraberlerdi ama birbirlerini çocukluktan beri severlerdi. Arthur, Melin'in evinde ki işler için bazen çağrılırdı. 

"Biliyorsun insanların konuşmasına tahammül edemiyorum." dedi Arthur sigarasını yakarken. Bacaklarını nehre uzatmış kafasını arkaya atmıştı.

"Nasıl istiyorsan öyle olsun. Bir ay sonra Kiraz Şenlikleri için parti düzenleniyor. Ve kavalyem olduğunda herkes görecek zaten." dedi Melin omuz silkerek.

Arthur'un yüzünde bir gülümseme yayıldı.

"Benim üzerimde ikinci el bir smokin olduğundan ve senin üzerindeki özel dikim elbiseden bahsedip duracaklar." dediğinde Melin de gülümsedi.

"Yalnızca kasabanın kızları seni bana kaptırdıklarını öğrendiklerinde ağlayarak barlara gidecekler. Bunu düşün. Ayrıca istersen ikinci el bir elbise giyerim." 

Günün son ışıkları genç aşıkların üzerinde gezerken aslında şikayet ettikleri her şeyden memnun ve mutlulardı.

****

İki ezeli düşman iki metrelik masanın iki ucuna oturmuş birbirlerine nefretle bakıyorlardı. Kasabanın önde gelen adamlarından biri arabuluculuk yapmak için masanın başka bir ucunda oturmuş gözlüğünü temizliyordu.

John Moss boğazını gürültüyle temizledi. Taş Kent'in hemen hemen bütün taşımacılık şirketleri ona aitti. Açılan başka bir şirket olursa tehdit ve ezici bir baskınlıkla yok ediyordu. 

Billy Collins ise kentteki maden ocaklarının hissedarıydı. Birbirlerine muhtaç olmalarına rağmen birbirlerinin kanını dökmeye kadar giden bir düşmanlıkları vardı.

Ara bulucu Bay Milliton ortam daha fazla gerilmeden söze girdi.

"Bakın baylar. Bay Collins tonla kömür çıkarıyor. Ve Bay Moss taşımacılık şirketlerinin sahibi. Beraber çalışırsanız hem kazanırsınız hem de paranız kasabanın dışına çıkmaz." Boğazını temizleyip tedirgince devam etti.

"Tabii bunu sizler de biliyorsunuz. Barış sağlanmaya çalışıldı. Ama kesin bir barış için biraz ilkel bir yola gitmenizi tavsiye edeceğim. Cüretimi bağışlayın. Kabul etmek taraflara kalmıştır. Bay Moss'un genç ve güzel bir kızı var. Bay Collins'in ise yakışıklılığıyla tüm kasabanın dilinde gezen delikanlı bir oğlu. Kurulacak bir kan bağı her şeyi yoluna koyabilir." diye sözlerini bitirdiğinde Bay Moss öfkeyle ayağa kalktı.

"Bu da ne demek? Kızımı o canilere emanet edeceğimi mi sanıyorsun?" diye bağırdığında Billy Collins de ayağa kalkmış silahını doğrultmuştu.

Gilbert Milliton ayağa kalkıp eliyle silahın inmesi için işaret verdiğinde Billy Collins yavaşça silahını indirdi.

"Geçen yıl adamlarınız birbirine girdi. On yıllık dostun öldü John. Bu lanet olası düşmanlık nereye kadar gidecek? İki tarafın da caymayacağı bir barışın tek çözümü bu."

***

Melin büyük salonun ortasında diz çökmüş ağlıyordu. Onu deli gibi seven babasının yüzünde tek bir mimik oynamazken annesi de hiçbir şey diyemiyordu.

"Onca insan ölecek, işler iyice kızıştı. Nasıl yalnızca kendini düşünüyorsun?" dedi Bay Moss kükrer gibi.

"Eğer o adamla evlenmezsen seni Arthur denen hergeleyle evlendireceğimi mi sanıyorsun ha?" diye yeniden bağırdığında Melin şok içindeydi. Babası biliyor muydu? Bayan Moss olanlara daha fazla dayanamayarak ağlamaya başladı.

"Kızım henüz küçücük John. Çok erken. Henüz 19 yaşında. Onu 29 yaşında bir adamla evlendiremezsin." diyebildi hıçkırıkları arasından.

John Moss'un içi kan ağlıyordu. Kızını daha fazla öyle görmeye dayanamayarak çıkmalarını işaret etti.

"Haftaya düğününüz olacak. Yarın yüzük takarak bunun kutlaması yapılacak." derken Melin yaşadıklarına inanamıyordu.

***

Billy Collins oğlunun yüzüne baktı.

"Onlarla işimiz bitene kadar evli kalacaksınız. Yalnızca biraz oyun oğlum. Bizim için. Sonrasında her şeylerini ellerinden alıp onları yerle bir edebiliriz." derken Stephan düşünüyordu. Durgun şekilde odaklandığı yere bakmaya devam etti.

"Kız çok küçük." dedi yalnızca.

"İyi işte biraz eğlenirsin." deyip gülen babasına bakarken pek komik bulmuş gibi değildi. Mosslarla olan düşmanlıkları sırasında bir arkadaşı sakat kalmıştı. Ve ardından bu duruma daha fazla dayanamayıp intihar etmişti. Bu yüzden Stephan için büyük bir intikam iyi bir fikir gibi geliyordu.

***

Nişan günü sabahında Melin için dikilmiş kıyafetler odanın her yerini doldurmuştu neredeyse. Aklını erkeklerle bozmuş arkadaşı Esme odaya girerken neredeyse sevinçli gibiydi.

Melin'in karşısına oturup boğazını temizledi.

"Dinle Melin. Beni ciddiye almayacaksın biliyorum. Ama Arthur her zaman ulaşamayacağın bir çocukluk aşkıydı. Ne baban ne de kasabanın dili size rahat vermeyecekti. Öte yandan Stephan Collins... kaç kişi aşkından ölüyor biliyor musun? Yıllardır hala evlenmiyor. Deli gibi varlıklı. Sessiz. Beyinsiz bir hergele değil. Ağır bir adam. Kasabaya indiği günler bile belli. O günlerde her kız süslenip dışarı çıkar. Yurtdışında okudu. Bilgili ve inanılmaz biri. Sürekli başkente gidiyor. Kimseye tenezzül etmiyor. Toparlanıp bunun tadını çıkarmalısın. anlıyor musun?" Esme bunları anlatırken Melin onu duymuyordu bile.

Esme'nin  zoruyla kırmızı yumuşacık ipekten bir elbise giydiğinde beyaz teniyle öylesine uyumlu olmuştu ki. Esme yüzündeki çilleri saklamak ve onu olgun bir kadın gibi göstermek için makyaj yapmaya kalktğında Melin onu durdurdu.

"Bırak da gencecik bir kızın bütün temizliği ve kusurlarıyla nasıl çirkin bir biçimde büyük bir adama teslim edildiğini görsünler." derken gözleri dolmuştu.

MELİNحيث تعيش القصص. اكتشف الآن