bir

73 9 85
                                    


Bir sıcaklık vardı; bedenimi ayak uçlarıma kadar sarmalayan, hatta neredeyse üstüme ağırlık bindiren, ben nefes aldıkça ciğerlerimi yakan, ama asla vücudumdan uzaklaşmamasını dilediğim bir sıcaklık. Göz kapaklarımı örümcek ağı gibi sarmalamış çapaklara rağmen açmayı başardım, açmayı başardığım an başıma çok keskin bir ağrı girdi. Kahverengi tavanla uzun bir süre bakıştıktan sonra beynimi düşüncelerimi ve anılarımı toparlasın diye zorladım, ayaklarımı on kat yorganın altında hareket ettirme gayreti gösterdim, benim nefesimin ve tam karşımda duran saatin yelkovanının sesi dışında hiçbir ses olmayan, içerisinde yalnız olduğum odayı inceledim. Saate odaklandığım an da bir şeyler hissetmeye başladığım andı, yaklaşık kaç dakikadır etrafımı sadece göz kaslarımı hareket ettirerek inceliyordum bilmiyordum ama o saat beni deli ediyordu, saat beni geriyordu, çünkü saat demek zaman demekti ve ben zaman kavramımı kaybetmiştim. Kalp atışlarımın akabinde nefes alış verişim hızlandı, parmak uçlarımı hareket ettirdim, kupkuru olan boğazıma rağmen yutkunmaya çalıştım, ben Taeyeon, nerede olduğumu bilmiyordum, ekibim burada değildi, silahsızdım, ve uyandığım andan itibaren hissettiğim ağrının şiddetine bakacak olursak, fena da yaralıydım. Kalktım. Daha doğrusu üzerimdeki yorgan yığınını savurarak yerimden fırladım, yattığım yataktan birkaç adım öne doğru sendeledim. Yatağın demirliklerine tutundum, gözlerimi sanki açım genişleyecek de daha fazla şey görebilecekmişim gibi açmıştım, kahverenginin hüküm sürdüğü minimal bir şekilde dekore edilmiş odanın her bir karışına bakıyor, beynime bulunduğum çevreyi hatırlayabilmesi için bir şeyler göstermeye çalışıyordum. Çabalarım sonuç bulmadı, nerede olduğuma dair en ufak fikir üretemiyordum ve artık beni saat değil, karşımda duran kapı geriyordu. Ardında ne, kim olduğunu ve neyle karşılaşacağımı bilmediğim bir kapı vardı. Kapıdan gözümü ayırmamaya çalışarak, olabildiğince sessiz bir şekilde odanın içerisinde hareket etmeye başladım. Kendi eşyalarımı, özellikle silahımı bulmak umuduyla yatağın içine, çevresine, antika görünmesine rağmen gıcırdamayan çekmecelere, dolap içlerine, hatta halının altına dahi bakmış, ancak bir bok bulamamıştım. Dolap kapağını kapatmak üzereyken gözüm hareket eden bir şeye takıldı ve irkildim, kendi yansımamdan korkmuştum. Aynaya doğru küçük adımlar attım, artık ne kapı ne de saat umurumdaydı, çünkü gözlerimin gördüğü şeye acımakla meşguldüm. Kolları uzun, bileklerime kadar uzanan koyu gri bir gecelik giyiyordum, sol ayak bileğim sargılıydı, yüzümün çeşitli yerlerinde yara bantları vardı. Elimi aynadaki suratıma doğru uzattım, göz altlarım çökmüştü, yüzümün rengi gitmişti, dudaklarım beş gün boyunca bir damla su içmemişim gibi çatlamıştı, hiç olmadığım kadar cansız ve güçsüz ve.... Korkunç gözüküyordum. Kolumu kaldırdığım için sağ göğüs kafesim canımı yaktı, hissettiğim acı beni resmen iki büklüm etti, elimi göğüs kafesime götürdüğümde ne olduğunu anladım. İki kolumu bacaklarıma doğru uzatarak üzerimdeki geceliği yukarıya doğru sıyırmaya başladım, çıplak göğüs kafesimle göz göze geldiğimde nefesim kesildi. Sağ göğüs kafesimden göbek deliğime kadar uzanan taze bir kesik yarasıyla (tahminimce hançerdi) bakışıyordum, dikişleri özenle atılmıştı. Gerçekten de, birisi ya da birileri benim yaralarımla ilgilenmiş, karnımdaki koca yarığa dikiş atmış ve beni giydirmişti, sıcak bir odanın yatağında, battaniyelere sarılmış bir vaziyette uyanmıştım, ancak nasıl? Buraya nasıl gelmiştim, beni bu hale kim getirmişti ve kim benimle ilgilenmişti? Neden? Ekibim neden yanımda değildi, neden başımda kimseyi bulamamıştım? Hepsinin cevabını bir şekilde öğrenmek zorundaydım ve bu odadan ayrılmasam bile bu odaya eninde sonunda birisinin geleceğinin farkındaydım. Kaşlarım çatıldı, yaşama içgüdüm devreye girdi. Dizlerimi alçaltarak biraz çömeldim, ellerimi yumruk yaparak göğüs hizama kaldırdım, havayı yumruklamaya başladım, hareket ettikçe canım acıyordu ama kafiydi. Hareket edebiliyordum, hala yumruk savurabiliyordum, sol bacağımdaki sargı hareketlerimi yavaşlatmasına rağmen iyi durumdaydım. Derin bir nefes aldım, aynanın çaprazındaki ahşap sehpanın üzerinde duran ve normal şartlarda cebe atacağım kadar pahalı gözüken gümüş şamdanı kaptım. Ayaklarımın altındaki ahşap zeminin gıcırdatmamaya çalışarak kapıya parmak ucunda yürüdüm, kapı koluna elimi uzatınca yutkundum. Sesler duymaya başladım, biri konuşmuyordu, daha ziyade sanki bir sofra toplanıyor gibiydi, tabak çanak sesleri geliyordu. Gözlerimi kapadım ve korkuma anlam veremedim, bundan daha kötü durumların içinde bulmuştum kendimi, ama en garibi buydu. Ekibim yoktu, silahım yoktu, gecelik giyiyordum, ve başımdan geçen olayların hiçbirinde düşmanım benim yaralarıma dikiş attıktan sonra beni sarmalayıp sıcak bir yatağın içine koymamıştı. "Hadi," diye fısıldadım kendime ve o kapı kolunu döndürdüm.  

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: May 23, 2022 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

dünyayı satan adam // baekyeonWhere stories live. Discover now