9|öyle gülmeyi yasakladım sana!

299 43 2
                                    

O hafta sonu bir kez daha birlikteydik, Sungchan'la buluşup bir yerlerde takılmış ve sonunda bir yerde oturarak biraz kafamızı dinlemiştik. Gün içinde oldukça tuhaf şeyler olduğunu da söylemeliyim ayrıca, o her anını yüzündeki büyük gülümsemeyle geçirmiş, çoğu zaman ne olduğunu bile anlamadan birbirimize sadece bakakalmıştık. Jung Sungchan biraz zor biriydi, duygularının gerçek mi yoksa sahte mi olduğunu göstermezdi bu yüzden onun mutlu olup olmadığını tamamen anlamak benim için fazlasıyla zordu, yine de birlikte geçirdiğimiz saatler boyunca onun gerçekten eğlendiğini düşündüm. Hevesini, bütün mutluluğunu yüzündeki kocaman gülümsemeden anlayabiliyordum ve onu daha önce bu kadar içten gülümserken hiç görmemiştim, alışık değildim bu manzaraya.

Ve bu yüzden neredeyse kendimi kaybedecektim, sayısız kez.

Jung Sungchan haber vermeden güzel güzel gülmemeliydi.

O günün akşamı, birlikte evime doğru yürüyorduk, aslında çoktan ayrılmamız gerekirdi, gittiğimiz kafeden çıktıktan sonra sözde şoförlerimizi çağıracak ve veda edecektik fakat onun bunu yapmaya pek niyeti yoktu anlaşılan, eve henüz gitmek istemediğini söylemişti. Benimle evime yürüdükten sonra biraz da kendi başına dolaşır, öyle girermiş. Buna pek sıcak bakmadım aslında, bir an önce başına bir iş gelmeden evine sapasağlam dönmesi benim için daha iyi olurdu. Ona aynen böyle söylediğimde ailesiyle yüzleşmek istemediğini, onları görmek istemediğini söylemişti, daha fazlasını sormak istedim ama düşen yüz ifadesi sebebiyle ağzıma tıkıldı kelimelerim, bir şey diyemedim.

Evimin bulunduğu yerin yakınlarında dolaşırken hava oldukça karanlıktı, şehrin göz alıcı ve pahalı yerlerinden birinde oturduğumuz için de sokaklar oldukça doluydu, gelip geçen insanların kahkahaları, koşuşturmacaları ve arabaların sesleri kulağıma dolarken derince nefes aldım. Onun havası hâlâ biraz düşüktü bu yüzden biraz neşesini yerine getirsem çok iyi olacaktı.

"Bugün için teşekkür ederim Sungchan, çok eğlendim. Senin yanında olunca zamanın nasıl aktığını bile unuttum galiba."

Önceki rezilliğimin verdiği o müthiş utanç hâlâ üzerimdeydi elbet, ne yapar ne eder konuyu oraya getirir diye öyle korkuyordum ki anlatamam. Bu yüzden kelimelerimi düzgün seçmeye çalışıyordum zaten, fakat o bana pek yardımcı olmak ister gibi değildi, yüzü pek bir düşüktü dakikalardır. Sonrasında derince bir nefes verdi, bana döndü, gözlerimi neredeyse dolmuş olan gözlerine sabitledim, güldü. Neşeden yoksun, hatta oldukça üzüntülü bir gülüştü bu, bu kadar güzel geçen bir günden sonra neden böyleydi anlamadım.

"Asıl ben vaktini bana ayırdığın için teşekkür ederim. Birlikte olduğumuz sürenin hiç bitmemesini dilerdim doğrusu."

"O halde şimdilik bitirmeyiz biz de, ne dersin?"

"Bitirmeyelim tabii, fakat ne yapacağız?"

"Sadece yürürüz ve konuşuruz, eğlenceli şeyler yapmamıza gerek yok ki. Hem birbirimizin hakkında çok az şey biliyoruz, arkadaşlar birbirini daha iyi tanımalı."

"Haklısın. Var mı o halde benim hakkımda merak ettiğin şeyler?"

Kaldırımda yürürken birine yol verdim, acelesi varmış gibi büyük bir hızla yanımdan çekip gitmiş, onun sebebiyle sağımda duran Sungchan'a yaslanmak zorunda kalmıştım biraz, dengemi toparlar toparlamaz çekildim ve o çoktan düşmeyim diye kolumu tutmuştu bile.

"Bilmem ki. Anılarından bahsedebilirsin mesela, çocukluk anıları olur, her şey olabilir."

"Bunun hakkında anlatacak çok bir şeyim yok ne yazık ki." Bir kez daha güldü, bir kez daha gülüşü mutlu olmaktan çok uzaktı ve bir kez daha bunun sebebini ölesiye merak ettim. Jung Sungchan iyi bir oyuncuydu, o anlatmadıkça neden böyle olduğunu bilemezdim. Fakat sormak zordu, sorduğumda alacağım tepkiden korktuğumdan çok, kaldıramayıp ezileceğimden korkuyordum. "Çocukluğumun ilk anıları iyi aydınlatılmış, lüks bir evde başlar, yalnız bir şekilde. Evin üçüncü katındaki odamda pencerenin kenarına oturup kitap okuduğum, kendi kendime pahalı oyuncaklarımla oynadığım, bir çocuğa göre fazla sessiz bir yerdir orası. Beyaz renkli, insanın bütün algısını yitirmesine bile sebep olabilir. İlk hatırladığım anı dadımla minik çikolatalı kurabiyeler yapışımızdı. Orta yaşlı güzel bir kadındı, aslında annemin ve babamın yokluğunda yerlerine geçen kişiydi, annemden daha çok bir anneydi, babamdan daha çok babaydı... beni gerçekten önemsediğini düşündüğüm birkaç insandan biriydi ve ben dokuz yaşına geldiğimde apar topar ayrıldı, neden gittiğini bana hiçbir zaman söylemediler. Daha geçenlerde bana çok yakın olduğu için annem ve babam tarafından işten çıkartıldığını ve geçen yıl da öldüğünü öğrendim. Elbette ki gidişi beni fazlasıyla üzmüştü, küçük bir çocukken. O benim tek arkadaşımdı."

"Ama başka arkadaşlar da edinebilirdin?"

"Öyle kolay değildi. Belki fark etmişsindir Shotaro, içinde yaşadığımız dünyada öne çıkmak için gerekli şeyler var; ilki para, ikincisi güzellik ve bu böyle devam ediyor. Ben ikisine sahiptim, bu sebeple yanıma yaklaşmak isteyen çok kişi oluyordu. Kendi yaşıtlarım olsun, daha büyükleri olsun, hiçbiri benim için orada değildi aslında, sahip olduğum şeylerden yararlanmak için oradaydı ve ben bunu fark etmedim uzunca bir süre. Özellikle ortaokulda elimde tuttuğum gücü birilerini bastırmak için kullandım, arkamda her an bıçak saplayacak gibi duran herkesi gözü boyanmışlığıma âlet ettim de. Yapmamam gereken çok şey yaptım anlayacağın ve orada kimse bana bu yaptığımın yanlış olduğunu söylemedi, kendi kendime fark ettiğimde ise çok geçti, birilerinin hayatlarında derin yaralar ve travmalar bırakmıştım bile."

Başımı salladım, gerçekten de altında ezilebileceğim şeyler anlatıyordu bana. Yaşadığı her şey için ona acıdım desem yeridir.

Bir insan nasıl her şeye sahipken aynı anda bu kadar şeyden mahrum kalabilirdi?

Fark ediyordum ki onun yapmaya çalıştığı şeylerden biri de o kocaman, bembeyaz odayı doldurmaya çalışmaktı. Bunu yapma yöntemi yanlıştı tabii, bu konuda onu takdir edemiyor olsam da bir miktar anlamıştım. İnsanlar çocuk yaşlarında birilerinin onlara neyin doğru, neyin yanlış, neyin yapılması ve neyin yapılmaması gerektiğini öğretmeliydi. Ona bunu söyleyebilecek bir ailesi olmamıştı yanında.

"Ailen neredeydi Sungchan, abin neredeydi?"

"Bilmem. Yakındaydılar, uzakta oldukları kadar. Onların ne zaman nerede olduklarını asla bilemedim. Sadece dışarıya mükemmel görünüyorduk biz. Mükemmel aile fotoğrafları olur ya, baba başı dik bir şekilde gururla durur, eli çok sevdiği eşinin belindedir, diğer eli önündeki büyük çocuğunun omzuna koyulmuştur ve henüz bebek olan diğer çocuk annesinin kucağında huzurla uyuyordur. Biz öyleydik, mükemmel görünüyorduk fakat babanın yüzü gururlu değildi, anne mutlu değildi, büyük çocuk orada olmak istemiyordu, küçük çocuk hiçbir şey bilmiyordu. Bu hâlâ böyle, ailemle tanıştın Shotaro, muhtemelen onların çok sevimli insanlar olduklarını düşünmüşsündür fakat gittiğinde yüzüme bile bakmadan yukarı çıkıp her ne yapıyorlarsa kaldıkları yerden devam ettiler ve biz tek kelime etmedik, gülmedik bile."

Bununla birlikte derince bir iç çektim, bir kez daha yüzüne kaldırdım bakışlarımı, hâlâ aynı gülüşü yüzündeydi, hüznü açık seçikti, onun öyle gülmesini istemedim. Bu kadar buruk olmasını istemedim, bu kadar üzgün oluşu -hele ki böyle güzel bir günün ardından- hoşuma gitmedi. Kaşlarımı çattım, bunu düzeltmeliydim. Onu kalabalık caddeden başka bir yere çekerken sadece bunu düşünüyordum.

"Öyle gülmeyi yasakladım sana Sungchan!"

Sahte sinirimle bileğini tutuyorken söyledim. Gözleri büyüdü, şaşkın ifadesi gözlerim önündeydi. Sonra biraz daha fazla utanacağım bir cümle daha cıktı ağzımdan, yine utançtan yerin dibine girme isteğimi sonraya bıraktım.

"Ben sen mutlu olduğun için gül istiyorum, üzgün olduğun için değil."

AffluenzaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin