4. BÖLÜM

239 148 54
                                    


        4. BÖLÜM

Birden gecem tutarsa,
                                 
Güneşi
                                                                 Çevir
                                                                                Bana...


---
Yine, her zaman olduğu gibi beynimin içinde tonlarca düşüncelerle yürüyordum.
“ ilk kez Robot gibi değil de insan gibi hissettim.” Bu cümle aklımdan çıkmıyordu.
Ona karşı saygısızlık yapmam neden onu insan gibi hissettirmişti ki?
Peki ciddi miydi?
Hem bir insan kendini neden robot gibi hissetsin ki? Veya benim iki aptal cümlem ona nasıl farklı hissettirebilirdiki?
O dolu düşüncelerim ve bir yığın sorularıma abartmana girmek üzereydim ki merdivenlerden babamın indiğine şahit oluyordum.
Ne garip, babamı evimizde çıkarken gördüğümde garipsiyordum.
“ kızım.” Diye seslenişini duyduğum gibi kafamı çevirmiştim, onunla yüzleşmek istemiyordum.
Asansörün gelmesi için hızlıca düğmelere basarken “ Gece!” diye tekrardan seslendi ve bu kez de duymamazlıktan geliyordum. Bu sefer yanıma gelerek kolumdan tuttu “ sana diyorum duymuyor musun?” cevap vermiyor olmam onu bir tık sinirlendirmişti.
Ama sinirlensin hatta sinirden baygınlık geçirsin benim gibi...
“ Duyuyorum.” Dedim.
“ neden cevap vermiyorsun o zaman” Sanırım o gecenin etkisi sadece ben ve annemi etkilemişti.
“ Cevap verme zorunluluğum mu var?” Kurduğum cümle sayesinde kaşlarını çok sert çatmıştı
“ Sen nasıl konuşuyorsun benimle” sinirli ses tonu yüreğimi kırsa da dimdik duruyordum “ sen bize nasıl bir hayat sunduysan bende seninle o tarz konuşuyorum.”
İlk kez... İlk kez ona dikleniyordum, ilk kez ona sinirliydim, ilk kez onu bu evden kovmak istiyordum.
“ Kafan mı güzel senin?”
Ne kadar komikti, yaptığı hatanın farkına olmaması “ Aynen çok güzel senin bize o gece yaşattıkların kadar güzel kafam.”
“ Bak! O gece yanlış bir anlaşılma oldu” kurduğu cümle gülümseme neden oluyordu “ Haaaa! Gerçekten mi babacığım.” Sahte gülümsemem ve tavırlarım onu daha çok sinirlendiriyordu
“ Milli erkek yalanı değil mi? Her boku yiyin sonra yanlış anlaşılma” sinirim kendimi kontrol etmemi engelliyordu “Gece!’ diye bağırıp kolumdan sıkıca tutmuştu
“ Ne var, yalan değil mi? O gece metresinle bizi karşı karşıya getirmedin mi?” Binanın içinde bağırışlarım yankı yaparken dışarıya doğru çıkarmıştı beni zorla.
“ o kadın benim sadece arkadaşım, o günde normal yemek yiyordu ki zaten ikimiz yalnız değildik Ali abilerinde gelecekti onları bekliyorduk.” Diyişini ardından “ bu yalanlarını anneme inandır bilirsin çünkü o sana çok aşık ne desen inanır. Ama beni inandıramazsın.” Dedim.
Gözlerini dikmiş bakarken “ Bilip bilmeden konuşup canımı sıkma”
Kahkahalar atmak istiyordum “ sıkılsın ya o canının, bir kez de senin canın sıkılsın, bizim yıllarca bu evde canımız sıkılıyor seninde sıkılsın.” Gözlerim yavaştan kızarıyordu fakat asla onun yanında ağlamayacağım.
Susuyordu... Sadece gözlerime bakıp susuyordu “ Biliyor musun?” dedim ağlamamak için kendimi zor tutarken “ hayatım boyunca senin gibi bir adama aşık olmak isterdim hatta annemin çok şanslı olduğunu düşünürdüm” Yutkundum çünkü çığlıklarım boğazımı acıtıyordu
“ Şimdi ise en büyük korkum senin gibi biri karşıma çıkarsa ve ona annem gibi aşık olursam işte o zaman evrenin en şansız kanadını olacaktım.”
Sol gözümden bir damla yaş akmıştı “ şansızlığınız ben isem hayatınızdan çekilirim o zaman şanslı olacak mısınız?”
Buruk gülümseme bırakmıştım dudaklarıma “Sen bizim  hayatımızda yoksun ki, haftada bir kendini hatırlatan birisin sadece.” Bu sefer gözlerini benden kaçırmıştı
“ Daha 16 yaşındayken, hayatımın en güzel dönemlerindeyken ailemin paramparça oluşunu izledim ve o küçük bünyem ile herşeyi toparlamaya çalışıyordum”
Yutkundum... Ve sonra,
“ Annem kendini odalara kilitliyordu, sen yoktun...” gözyaşlarımı daha fazla tutamıyordum “ hastalandık, ağladık ve hatta aşık oldum canımı yaktılar ve sen yine yoktun.” Onunda gözlerinin kızardığını görebiliyordum
“ Doğum günlerimde mumu üflemezdim geç saatlere kadar seni beklerdim geldiğinde bir aile gibi beraber mumu üflerdik diye, ama sen gelmedin baba... Seni beklerken uyuya kalan kızının doğum gününü uyduruk bir aramayla kutladın”
Gözlerini bir anlık olsa da bana çevirmişti “ işim vardı o gün.” Kafami olumlu anlamda salladım “ Biliyorum senin bize her zaman işin vardı “ yanımdan bir adım uzaklaşmıştı sırtını bana dönmüştü
“ Ne oldu Can Kıran gerçekler yüzünüze vurulunca neden kaçıyorsunuz?” Suskunluğunu koruyordu
“ Küçük gece sana hep kırgındı ama büyük gece bunu asla sana yansıtmadı, çünkü haftada bir sorduğun kızını artık hiç görmeye dahi gelmesin korkusundan sana kırgınlığımı da yansıtmıyordum.”
Birer birer akan gözyaşlarımı siliyordum “ sen hep... Hep gidecekmişsin gibi hissettirdin.”
Arkası dönük olsa bile gözyaşlarını döktüğünü hissedebiliyordum “ Bana bak.” Dedim kısık ses tonumla.
“ Bana bak.” Diye tekrar mırıldandım fakat o dönmüyordu “ Bana bak!” bağırış sesimin etkisiyle bana doğru döndü.
Gözlerinin kızarıklığını gördüğümde biran yutkundum “ Bana bir çocukluk anneme ise gençlik borçlusun”
Gözlerimden akan yaş değil de kanmış gibi hissediyordum çünkü ilk kez döktüğüm gözyaşı bu denli canımı yakmıştı.
Robot gibi durmuştu tepkisizdi. Şimdi anlıyordum Robot gibi hissetmek ne demekti , anlıyordum. Duygusuz ve tepkisiz...
Onun cevap vereceği yoktu bende daha fazla durmak istemiyordum son bir kez gözlerinin içine kırgın baktım ve sonrada ardımda bakmadan içeri girdim
Belki de bugün bu sözlerim onu bizden daha fazla uzaklaştıracaktı, belki de bizi tamamen onsuz bırakacaktı.
Ne garipti ki bir insanın varlığı ve yokluğu arasında sıkışıp kalmıştık.
Bir babam vardı evet, aynı zamanda da.
Pazar günleri arar beraber kahvaltı yapmak için hazırlık yapardı o gün baba kız günü olurdu sonra ertesi gün olurdu ve giderdi, aramazdı bir dahaki Pazar gününe kadar...
Ve o küçük gece her gün sabırsızlıkla Pazar gününü beklerdi cumartesi akşamında hazırlık yapar ertesi günün gelmesi için heyecandan uyuyamazdım bile. Bazen heyecanla beklediğim o gün hayal kırıklığına uğradım “ İşim var kızım haftaya gelip alırım seni.” İşte bu iki uyduruk kelimelerle tüm heyecanımı biranda yok ederdi. Bazen ise gelirdi götürürdü müthiş bir kahvaltı yapardık hatta fazla zamanı varsa dışarı çıkar fotoğraf çeker, gezerdik.
Eve geldiğimde o çektiğimiz fotoğrafları albüm yapar duvarıma azardım ve bir dahaki Pazar günü hızlı gelsin diye geceleri erkenden uyurdym.
Düşüncelerim beni merdivenlerin başında otturtup ağlatmıştı. Bacaklarımı karın boşluğuma çekmiş kadamı da dizlerime gömmüştüm, ağladığımı kendim bile görmek istemiyordum.
Belkide bazen ağlamak gerekiyordu sonrasında gülebilmek için...
Evimizin kapısı açılır açılmaz kendime çeki düzeen vermiştim “Gece.” annemin seslenişine dönmeden önce gözlerimi siliyordum “ne oldu” endişeyle yanıma gelirken ayağa kalktım “ Birşey olduğu yok” gözlerimi ondan kaçırarak içeri girmeye çalışıyordum fakat engel oluyordu “ Ağladın mı sen” gözlerimin kızarık oluşunu ondan gizlemeye çalışıyordum.
“ Yoksa yine o çocuk mu geldi”
Ilk aşkımdan bahsediyordu, ilk acım, ilk kırgınlığım, illk kızgınlığım...
“ Hayır...”
“ Ne o zaman, neden ağladın”
Sesim tirterken “ babam.” dedim. O esnada annemde susmuştu “ Bugün kötü bir evlat oldum” gözlerimden yine yaşlar akıyordu sahi  hiç dinmemiştiki...
“ saçmalama gece sen her zaman iyi bir evlat oldun” kafamı olumsuz anlamda salladım “ Maalesef, bugün o masum geceden eser kalmadı.” daha fazla konuşmak istemiyordum sadece herkesden herşeyden köşe başı kaçmak istiyordum.
Odama doğru yürüdüğümde “ gece “ diye seslendi tekrardan “ yalnız kalmak istiyorum” dediğimde içeri girerek odamın kapısını kilitlemiştim.
Duvardımda ki o masum fotoğraflar gözüme çarpmıştı, yavaş yavaş fotoğrafların olduğu albümlerin yanına gittim.
Elime aldığım fotoğraf on bir yaşımın doğum günü fotoğrafıydı, ben, annem ve babam... tam bir aile fotoğrafıydı. Babam anneme aşk dolu gözlerle bakarken bende onlara mutlu gözlerle bakıyordum. Zaten o fotoğraf son mutlu aile pozumusun esiriydi.
Hiç düşünmeden babamın olduğu bölümü yırttım, duvardaki baba kız fotoğrafılarımızın hepsini söktüm.
Ve diğer albümlerdeki fotoğraflarını yırrttım, beraber çektiğimiz o fotoğraftan sadece küçük gece kalmıştı yine her zamanki gibi yalnız ve üzgün bir gece bırakmıştım.
Yırttığım o fotoğrafları banyomun çöp kutusuna atmıştım. Ve ruhumun yorgunluğunu duş alarak gidermeye çalışıyordum. Fakat vücuduma değen sıcak su canımı yakıyordu. yavaştan oturdum, o kaynar su başımdan aşağı dökülürken gözlerimden de yaşlar akıyordu dedim ya hiç dinmemişti diye...
Bacaklarımı karın boşluğuma doğru tekrardan çekmiştim, kollarımı baçaklarımda birleştirip kafamı da banyonun duvarına yaslamıştım.
Canımı yakıyordu bu kaynar su değil yüreğimdeki yaralar...
Bir gün öncesine göre kabuk bağlamasını beklediğim o yaralar her geçen gün daha fazla kanıyordu.
Deşiyordu yüreğimi çiğniyor geçiyordu. Anlıyorum aslında çocukluktan yara alınca gençliğin kanıyormuş. Peki ömrüm...
Ömrüm yaramın iyileşmesini bekleyecek miydi yoksa ansızın akıp geçecek miydi
Ilk yaralandığım günü hatırlarım, bedenim daha çocuktu fakat ruhum çoktan olgunlaşmışıtı, şimdi bedenimde olgunlaştı ve biranda büyüdüm zaman yaralarımın iyileşmesini beklemeden geçti
“Düşe kalka büyür “ dedikleri bu olsa gerek, düşe kalka büyümüştüm yara ala ala büyümüştüm
---
Diz kapağımın bir tık üstünde yerini alan siyah renkli kalem elbisemin boyuna aynadan bakıyordum. Saçlarımı  iki yana ayırarak örmüştüm ve son olarak da topuklu deri çizmelerimi giymiştim.
Odamın kilidini açtığım gibi annem karşımda belirmişti “ iyi misin” dediğinde “fevkaladeyim” dedim
Gözleriyle baştan sonu süsmüştü beni “ Nereye” diye sordu “ Nefes almaya.” dediğimde itiraz etmemişti “ Erken gel, habersizde bırakma beni” diye söylenirken evden çıkmıştım.
Yıldızlar ve dolunay tam tepemdeydiler. “ Geceler yalnızların sığınacağı limandır.” der annem, belki de adımdan kaynaklıydı yalnız oluşum.
...
“ bir bardak daha” diyerek elimdeki birayı masanın üzerinde bırakmıştım “emin misiniz” gözleriyle önümde duran bira bardaklarına bakıyordu “ Ver ver.” bardağı bana doğru uzattığında “ Biz ne yaralar aldık koçum iki bira mı öldürecek” diyerek bardağı dudaklarıma doğru yaklaştırıyordum ki birinin elimdeki birayı çekip almasıyla durksamıştım.
“Hoppala” duyduğum sese doğru çevirdiğimde karşımda onu görmüştüm, dolunay gözlü dolunayı.
“ yine mi sen ya” isyan ederek o uzun sndalyelerden inmeye çalışıyordum fakat ayaklarımın yere değmiyor olması inmeme neden olmuştu “ yarın iş başı yapacak bir hemşire için çok fazla değil mi” diyerek elindeki bırayı karşımdaki garsona geri verdiğini görüyordum “ sen öcü gibi niye hep karşıma çıkıyorsun” kulaklarımdan beynime doğru bir ağrı hissediyordum.
“ kütüphanede, resteontta, hastanede şimdi de barda...” diye ekledim, “ gittiğim her yerde fare gibi bir köşelerden çıkan sensin” durduk yere gülmeye başlamıştım “Fare, hahahahaha komik, ” dedim ve karşımdaki garsona dönerek “Fare var mı acaba “ diye sordum. O sırada kolumdan beni tutarak kendine döndürmüştü
“ sen çok sarhoşsun”
“ Sen sorhoşsun, bak yerinde duramıyorsun bir sağ bir sola gidip geliyorsun” gözlerim onu çift görüyor gibiydi.
“ anlaşıldı.” diyerek belimden tutarak beni o inmeyi beceremediğim sandalyeden indirmişti “ Evinin yolunu hatırlıyorsundur umarım” kendimi ondan uzaklaştırdım “ Ne evi ya ben daha yeni geldim hem daha dans edeceğim” o sırada kulaklarıma müziğin sesleri gelmeye başlamıtı
Tenin almış beyazlığını aydan
Saclarının rengi geceden
Bundan geceye sevdam...

- Dolunay -
“ oğlum bu mekanı yeni mi açmışlar?” Berk’in sorusuyla yeni açılan barın kapısından geçmiştik. İçerisinin aşırı kalabalığı göze çarpıyordu.
“ Mekan efsoooo” Berk, Oktay ve ben... Üçümüzün çocukluktan bir mazisi vardı. O kalabalıktan hafiften ayrılıken “ oğlum yok mu burada taş gibi hatunlar var” Berk yine bildiğimiz gibiydi “ Oğlum bak yerinde dur bu gece, iki içip kafa dağıtıp gidelim olay yaratma.” Oktay’ın sert uyarısı Berkin yine umurunda olamamıştı “Boşuna dilini yorma .” dedim oktay’a.
“ Biraz relax abisi, sizinle hayat zehir gibi resmen. Biraz ortamın tadını çıkarın” Berkin sözlerini aldırış etmeden bar masasının bir köşesine geçtim Oktay gelip tam karşımda otururken Berk ise ayakta kalmış etrafı kolaçan ediyordu
“ üç tane.” Diyerek karşımdaki garsondan üçümüze de bira istemiştim, o sırada “Ohaa!!” Berkin âni şaşırışı “ Ne oldu?” dememize neden olmuştu “ bar masasının karşısındaki kıza bakın” gözlerimi işaret ettiği yere doğru çevirdiğimde karşımda onu görmüştüm.
Gece mavisi gözlere sahip Gece’yi...
“ bir içim su.” Berkin cümlesine “ insan ol!” diye cevap vermişti Oktay.
“  sarhoş olmuş, yok mu iki sözle kandırırım ben bunu” diyerek yanımızdan gitmeye çalışıyordu ki ayağa kalkıp omzundan tutarak ona engel olmuştum “ uzak dur o kızdan “ dedim.
“ Niye lan? Başkasına mı yar olsun güzelim kız.” Kelimeleri sayesinde omzunu sertçe dokunmuştum “Aaa!” diye kıvrandığında “ Tanıyorum o kızı” dedim.
Hemen kendine çeki düzen vermişti “ Oğlum baştan desene, ben ne bilim yengemiz olduğunu” diye söyleniyordu fakat cümlelerini kâle almadan onun yanına doğru gidiyordum.
Önünde duran üç adet boş bira bardaklarına bakıyordum, çok içmişti ve dördüncüyüde içmek içine eline almıştı ki “ Hoppala!” diyerek hızlı hamlemle içmesine engel olup elinden almıştım.
Kendini bana doğru çevirip “ yine mi sen ya?” diye söyleniyordu “ yarın iş başı yapacak bir hemşire için çok fazla değil mi?” dediğimde elimdeki birayı karşımdaki garsona geri vermiştim “ Sen öcü gibi habire niye karşıma çıkıyorsun?” dedi ve tekrardan sözüne devam etti “ Kütüphanede, restorantta , hastanede şimdi de barda...” cümlesini bitirir bitirmez “ Gittiğim her yerde fare gibi bir köşelerden çıkan sensin.” dedim. Biranda deli gibi gülmeye başlamıştı
“ Fare mi? Fare ne bee”  karşımızdaki garsona dönüp “ Fare var mı acaba” diye sorarken kolundan tutup kendime doğru döndürdüm “ fare varsa biz bir kilo alabilir miyz” kurduğu cümlenin saçmalığının farkında olmayacak kadar sarhoştu
“ Sen çok sarhoşsun.” Dediğimde “ sarhoş olan sensin, bak! Yerinde bile duramıyorsun bir sağ bir sola gidip geliyorsun.”
Evet evet aşırı sarhoştu “ anlaşıldı.” dedim
“ Ne anlaşıldı varmıymış fare.”
“hıhı varmış özel rica ettim senin için bir kilo ayırdılar”
“ manyak mısın” diyerek göğsüme sertçe vurmuştu “ senin için istettim onları ben ne yapayım fareleri” dedi.
“ Bilemiyorum o kadar çok istekli istedinki evine götürür beslersin sandım.” Diyerek belinden tutmuştum ve o kısa boyuyla nasıl bu sandalyeye oturduğunu idrak edemeden onu indirmiştim.
“ ve Evinin yolunu biliyorsundur umarım.” Kendini benden uzaklaştırmıştı “ Ne evi ya? Ben daha yeni geldim hem daha dans edeceğim.” Demişti.
Şarkının sesi yükselince onu tutamamıştım salonun ortasına o kalabalığın ortasına dalarak şarkının ritimlerine göre dans etmeye başlamıştı.
Birkaç erkeğin ona doğru yaklaşıp dans ettiğini gördüğüm anda yanına gidip kendime doğru çevirdim onu. Gece mavisi gözlerini bana doğru çevirmişti, o kalablıkda herkesin kendi halinde dans edişi ve aramıza girerek onun gözden uzaklaşmasına neden oluyorlardı.
Birkez daha ona yaklaştım o sarhoş haliyle gözden kaybolmaması için belinden tutarak kendime doğru çekmiştim ve şuan kimsenin aramızdan geçmesine imkan yoktu
“ senin derinlerinde bi' yerlerde buldum sımsıkı sarılacak, karışacak köklerimi” şarkı sözlerini gözlerimin içine bakar söylüyordu.
Gözleri gözlerime kitlenmişti, kollarını boynuma dolamıştı “ Tenin almış beyazlığını aydan.” gözleri gözlerime değiyordu adeta, “ saclarının rengi geceden,” onun şarkıyı gözlerime bakarak söylemesi otomatik olarak benimde söylememe neden olmuştu. “ Bundan geceye sevdam.” ikimizde aynı anda sadece kendimizin duyacağı ses tonuyla şarkı sözlerini söylüyordu.
Etkili ses tonuyla büyülenmiş gibiydim ve biranda kendime geldim. Burada bu kızla bu halde...
O sarhoştu ne yaptığını bilmiyordu fakat ben ayıktım onun suyundan gitmek yerine ona engel olmam gerekiyordu.
“ bu kadar eğlence yeter sana” diyerek kolundan tutarak dışarı çıkartmıştım. Arabanın anahtarını cebimden çıkartırken “ Evinin adresini hatırlıyor musun” dedim.
Etrafında dönüyordu “ benim evim yokki” o kadar sarhoştu ki... ve ben bu sarhoş kızla ne yapacaktım
“ Kocanın evi yokki, senin kocanın evi yok” ne dediğinin kendi bile farkında değildi. Kafası çok güzeldi ve onu bu halde yalnız bırakamazdım. Onu orada bırakamadığım içinde soluğu kendi evimde almıştık.
“ zile basma açıyorum ya kapıyı” kapıyı açmama rağmen hala zile basıyordu “zil sesin çok güzel bunu kendi evime de yapacağım” kolundan tutarak içeriye almıştım kapıyı ardımızdan kapatınca “ Hani senin evin yoktu” üstündeki kapanını salonun girişine atmıştı “ doğru benim evim yok.” dedi.
Salonuma giriş yapar yapmaz“ sen bu sarayın prensi misin” gözleriyle etrafı kolacan ediyordu ve o sarhoş haliyle merdivenlere doğru yönelmişti “ kraliyet sarayı mı burası “ attığı adımları çapraz çapraz gidiyordu “bu asamaklar neden haraket ediyor ki “ ve tam düşmek üzereyken son anda tutmuştum.
Burnu burnuma değmesine bir milim kalmıştı, kollarımla onu sıkıca sararken onunda elleri omzumdaydı“ Dolunay gözlü, dolunay” diye mırıldanmıştı durduk yere , o an durdu gözlerime uzun uzun baktı
“ Hayat...” dedi
“acımasız, gözlerin kadar.” kendini benden uzklaştırınca onu tutmayı bırakmıştım.
Neden böyle bir cümle kurmuştu anlamamıştım
Nereye gideceğini bilmiyor olmasına rağmen merdivenleri çıkıyordu. Ardından gittiğimde üst katın girişinde tamda odamın karşısında durdu, bana doğru döndü.
“ kocaman ev, tüm sürale sığarız buraya “ gülümsediği an gülümsemeye başlamıştım “ bir şey sorucam sana “ dediğinde “ sor” dedim. “fareleri de aldın mı yanına”
Işte kahkaha atmama neden olan o soru  “ hayır tabii ki”
“ neden ki kocaman ev yaşardınız beraber.”
“ saçmalıyorsun şu an “ dediğimde buruk bir ses tonuyla “ ne kadar bencilsin kocaman ev yük mü olurdular sana.”
Bir saniye, şu an gözleri dolmuştu “ onlarla yaşamak sana ağır mı gelirdi.” fareler için ağlıyordu fakat fareler için ağlamadığını anlayabiliyordum.
“onlar sana yük ama başkları değil.” diyordu, daha fazla ayakta kalmaması adına kolundan tutarak yürümesine yardımcı oldum, “özür dilerim sana yük oldukları için.” dediğinde odamın kapısını açmıştım ve tekrar “ özür dilerim” dedi.
“ özür dilerim...” ses tonunun ağlamaklı çıktığını hissetmiştim “özür di-” olduğu yerde durunca karşısına geçerek sözünü kesmştim “kandırdım seni, getirdim onları aşağıdalar ” dedim fakat hala gözlerinden yaşlar akıyordu sanki içinde birikenleri benim iki sözümü bahane ederek ağlamış gibiydi “ niye getirdin ki onlar sana yük olur.”
Kafamı olumsuz anlamda salladım “ hayır yük olduklarını nereden çıkardın.” dedim.
“ ne yani yük değiller mi sana”
“ hayır değiller.”
“ ya sonradan yük olurarsa, ya bıkarsan onlardan.”
“Hayır bıkmam.”
“ ya gitsinler istersen.”
“ Hayır istemem.”
Gözlerime duygusal bakarken yutkunmuştu “ canım yanıyor...” dedi.
Farkındaydım canı yanıyordu ve buna hiçbir cevabım yoktu“ canım yanıyor, doktor değilmisin sen bir şey yap dindir acımı” sadece adını bildiğim bu kızın nedense sözleri içime işliyordu
“ nerede yar, neresi kanıyor” dediğimde göğsüne vurarak “ burada...” yutkundu ve sonra “ burada yaram var, babam...” cümlesini bitirmeden hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı “ babam. Babalar anne ve çocuklarda büyük yaralar açarmış”
Biranda yutkunup diğer yandan da ağlamasını esirgemiyordu “ benim yaram kanıyor” baş parmağıyla göğsüme dokundu “tam burada bir açı var“ dedi
“bu yarana bir ilaçım yok malesef” dediğimde “kendikini nasıl iyileştirdin  senin yaran yok muydu “ dedi sonra ise gözlerimin içine derince bakaarken “ yok.” dedim oysa hala pansumanım tazeydi “ Ne şanslısın baban annen ve sende ağır izler bırakmamış” dediğinde sanki yaramın dikişleri patlamış gibisinden bir açıyla tek bir gözyaşım düştü gözlerimden.
“ Sus.” dedim yüreğimin yarası kanmaya başlarken.
“ seninde mi yaran var”
“ Sus.” dedim tekrardan. “çok acıtıyor değil mi” diye konuşuyordu
Kelimeleri yüreğimi delip düşerken “ küçükken.” diye mırıldandı “ hep yere düşerdim ve dizlerim hep yara alırdı. O acının tarifi yoktu şimdiki gibi” sustu bir süre sustu benden ses çıkmayınca tekrar sözüne kaldığı yerden devam etti “ annem her gece yaramdan öperdi, çünkü öptüğünde geçeceğini söylerdi”
Giydiği yüksek topuklu çizmeleri sayesinde boyumuz eşit gibiydi, gözümden düşen gözyaşımı silerken hiç beklemediğim anda hiç beklemediğim hamleyi yapmıştı dudaklarını dudaklarıma kavuşturmuştu.
O alt dudağımı dudaklarının arasına almıştı
Küçük bir buse, nasıl olurda yıllarca ölü yüreğimi biranda canlandırabilmişti
Kendini hafiften uzaklaştırdığında “ öptüm, geçecek mi” diye mırıldandı ve o sarhoş haliyle daha fazla dayanamayıp kollarımın arasında sızmıştı. Ben ise beni öpüşünün etkisindeydimç
Ilk öpücüğüm değildi fakat teşhisini koyamadığım bir hareketlenme vardı yüreğimde
Başı göğsümde, kollarıyla da beni sarmıştı ve o sekilde kollarımda bir nevi ayakta sızmıştı.
Sağ kolumu baçaklarının diz kapağından dolarken sol kolum ise bel kısmını kavrarken Kucağıma alıp yatağımın bir köşesinde uzandırmıştım, çizmelerini çıkarttığımda yorganı üzerine örtmüştüm. Onu odada yalnız bırakıp yanından ayrılmak üzereydimki ellimi tutarak durdurmuştu beni.
Yarı uykulu haliyle “ gitme.” diye mırıldandı, tepkisiz kalışımın ardindan “gitme lütfen.” Dedi tekrardan.
Neden, ne için yaptığımı bilmiyordum fakat dizlerim hafiften kendini kırmış yatağın köşesinde kısacası olduğum yerde yere çökmüştüm dizlerimi de kendime doğru çektim.
Tutuğu elimi bırakmamıştı fakat bende geri çekmemiştim ve hala sıkıca tutarken uyuyordu
Evet! Yıldızlarımız bir türlü barışmamıştı. Evet çok garip Gece ve Dolunayın yıldızları barışmamıştı.
Ama şu an içimdeki o masum çocuk, 9 yaşındaki o masum Dolunay gözlerinin adeta Gece mavisini andıran Gece’nin yaralarını sarmak istiyordu.
Belki yarın düşman olacağımız veyahut kedi köpek gibi birbirimizi yiyeceğimiz bu kızın yaralarını sarmak istiyordum. “ umarım yaralarımız aynı değildir.” diyerek kendi kendime konuşmaya başladım “ umuyorumki o küçük yüreğin o acıyı sırtlanmak zorunda kalmamıştır” dedim.
Ve o gün restorantın otoparkında ortak acımızın olduğu aklıma gelmişti ve anlamıştım Aynı acıyı farklı türde yaşıyorduk.

Du hast das Ende der veröffentlichten Teile erreicht.

⏰ Letzte Aktualisierung: Jul 12 ⏰

Füge diese Geschichte zu deiner Bibliothek hinzu, um über neue Kapitel informiert zu werden!

Gece MavisiWo Geschichten leben. Entdecke jetzt