geçen gece, saat 1'de tanıştık ve yıldızların altında dans ettik

329 40 25
                                    

Saatler gece yarısını geçti.
Hava karanlık.
Ay parlıyor.
Bulutlar bir kenara geçmiş, gökyüzünü yıldızlara bırakmış.
Parlak bir akşam.

Gangnam bölgesinde, 24 saat açık bir barda Yeji önündeki şarap bardağının içinde parlayan kırmızı sıvıya bakıyordu. Saatlerdir ağladığı için akmış olan makyajını yeni çıkarmış, suratı oldukça solgun. Göz altları şişmiş, gözleri kızarmış. Yorgun; hem bedenen, hem ruhen. Geldiğinden beri sadece düşünüyor, ağlıyor ve içiyordu.

'Neden?' dedi kendi kendine, 'Ben bunu hak etmedim...'.

Yanaklarından bir yaş daha süzülüp tezgahın mermer zeminiyle buluştu.

Hayır, kahrolası bir adam için üzülmüyordu. Sadece aldatılmayı kendine yedirememişti. Bu kadar aptal olabileceğine inanmak istemiyordu. Onun, o güzel yalanlarına bu kadar çabuk kanmış olmayı istemiyordu. Yumuşak dokunuşlarının altındaki gerçeklikle yüzleşmek istemiyordu. O sıcak gülümsemesinin ardında bıraktığı soğuk rüzgârlarla boğuşmak istemiyordu. Başka birinin tenine değen teninin sıcaklığını, yine bir başkasına sarf ettiği zarif cümlelerin verdiği o güzel hissi, daha önce aynı sahte samimiyetiyle kendisine de hissettirmiş olmasını kabullenmek istemiyordu.

Çok güzel sevmişti kendisini, ya da çok güzel bir oyuncuydu. Çok güzel öpmüştü, çok güzel bakmıştı, kendisine sarf ettiği sözcükler çok güzeldi.

Yeji belki de gerçek mutluluğu sadece onunlayken hissettiğini düşünüyordu.

Ama her şeyin olduğu gibi, mutluluğun da bir sonu varmış demek ki.

'Sen özelsin, Yeji.', 'Sana sahip olmak o kadar güzel ki.', 'Seni seviyorum.'...

Bunlar birkaç aydır dinlediği, dinlemek istediği güzel yalanlardan sadece birkaçıydı.

Derin bir iç çekti, bir kez daha.

Önünde duran bardağı parmaklarıyla kavradı.
Gücü kalmamış gibiydi; bardak ellerinin arasında kayıp gidecek, kalbi ve duyguları gibi binlerce, hatta milyonlarca parçaya ayrılacakmış gibi hissediyordu.

Bardağı dudaklarına yaklaştırdı. Zorla birkaç yudum içti.

Bardağı tekrar tezgaha bıraktığında bütün gücünü tüketmiş gibiydi.

Bir kez daha iç çekti. Bu iç çekişlerinin sonu gelmeyecekmiş gibiydi.

Bardağın içindeki kırmızı sıvıyı bitirmeye gücü kalmamıştı daha fazla.

Bütün gücü tükenmişti sanki, bilinci kapalıydı.

Bakışlarını barın orta tarafında, ortamı dolduran ve duvarları titreten yüksek sesli müzik eşliğinde bedenlerini hareket ettiren topluluğa çevirdi. Mutlu gözüküyorlardı, kendisinin aksine.

Hepsi kendince dans ediyor, kimseyi umursamıyordu. Belki de en doğru olanı buydu: kimseyi umursamamak...

Bir süre sadece dans eden insanları izledi. Kendi yerine de dans ettiklerini düşündü. Çünkü şu an orada, o kalabalığın arasında olup dağıtmayı çok isterdi. Ama yapacak gücü yoktu.

O gözlerini bir saniye olsun kalabalıktan ayırmazken yanına biri oturdu.

Sarı saçlı, bir seksen boylarında, aynaya bakmadan evden çıkmış gibi görünen bu genç oğlan kendisinin ilgisini zerre çekmemişti. Ama sadece, fazla benzediklerini düşündü.

Bu kalabalığın arasında bir tek yalnız oturanlar onlardı. Bir tek gülmeyen onlardı. Bir tek oturup gözlerini mermer zemine diken onlardı. Bir tek, tek kelime konuşmayan onlardı. Hatta belki de bir tek gerçekten hissettikleri gibi davranan onlardı.

last night, we met at one and we danced under the stars ||yeonjiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin