Cadı

3 1 0
                                    


Keçileri yerlerine soktuktan sonra bir köşeye sinip ellerimi ısıtmak için birbirlerine sürttüm ama bu yetmeyecekti. Birazcık samanları toplayıp küçücük ateş yaktım. İşte böylesi daha iyiydi. 

''Ah, yüce Tanrı aşkına! Ne yapıyorsun sen?'' annem ayakkabısıyla samandaki minik alevleri söndürüp kızgınlıkla bana baktı. ''Ya biri görseydi, Skye!'' 

Ayağa kalktım, ellerimi silerken omuz silktim. ''Bu köydekilerin neredeyse tamamı yaşlı. Ateşi bile görebileceklerini düşünmüyorum.'' 

Annem cevap vermedi, keçilerin yanında duran kovayı alırken yeniden öfke dolu bakışlarını bana yöneltti. ''Normal olmak zorundasın. Beni anladın mı? Bir kazığın üzerinde hepimizin yanmasını istemiyorsan normal davranmak zorundasın.'' dedi ve kovadaki sütün miktarını arttırdı. Gerçekten, bunu bana mı diyordu? Gözlerimi devirdim. 

Kendin yapıyorsun ama! iç geçirdim. Annem çıkarken düşüncelerimi duyacak oldu ki Kimse benden şüphelenmez. dedi. 

Dışarı doğru yürüdüm. Bu köyü seviyordum krallıktan hatta her şeyden uzaktı. Son zamanlarda krallıktaki askerlerin uğraması dışında her hangi sorunumuz yoktu. Birini arıyorlardı sanırım prensti. Cadıların onu ayin amaçlı kaçırdığını düşünüyorlardı. Tanıdığım hiçbir pagan bunu yapmazdı. Belki de buna dayanamadı ve ülkesini terk etti, kim bilir? 

Atlar yanımdan geçerken düşen meyvelere baktım. Muhtemelen kimse bunu fark etmemişti bile. Ayağa kalkıp önümdeki bezi hafif açarak yere düşen elmaları topladım, Bay Samuel oldukça yaşlı bir adamdı. Çocuğu yoktu ve bunları tek başına halletmek zorundaydı. Topladığım elmaları ona doğru götürürken Lachlan bezdeki elmalardan birini kapıp hemen ısırdı. Lachlan benim ailemin evlat edinmeyi çok istediği çocukluk arkadaşımdı. O teyzesiyle kalıyor çoğu zaman işlere o bakıyordu. İyi bir erkek gibi görünebilir fakat özünde çok yaramaz kişiliğe sahiptir. Ona ters ters bakarak avucumu açtım ve uzattım. Elmanın bir bedeli olmak zorundaydı ve bunu ödemeliydi. 

''Gerçekten mi? Ben senin en sevdiğin arkadaşınım!'' dedi sitem edercesine. 

''Bu elmanın bana ait olmadığını biliyorsun Lachlan.'' dedim. 

Önüne düşen saçını geriye attı ve biraz benim tavırlarıma benzeyen tavrı ile cebinden gümüşlük çıkarttı. Gülümseyip bay Samuel'in peşinden koştum. Tam eve girmek üzereydi ki onu yakalamıştım. 

''Bay Samuel!'' ağır işiten kulakları elbette beni duymamıştı. Biraz daha yaklaşıp omzuna dokundum irkildi ve hızla bana döndü. Gözleri yapmamam gereken bir şeyi yapmışım gibi bakıyordu. Elmaları ona doğru uzatarak kendimi gülümsemek için zorlarken buldum kendimi. ''Bunları düşürdünüz.'' dedim. 

Hala bana bakıyor ve bir şey söylemiyordu. ''Pekala,'' sesimi yükselterek ona doğru yaklaştım ama o geri adım attı. ''size zarar vermeyeceğim. Bunları buraya bırakıyorum, tamam mı?'' elmaları kenara koydum. Bu şekilde davranması çok tuhaftı her sabah selam verir ve hafta da bir kez aileme meyvelerden hediye ederdi. 

''Skye.'' dedi yavaşça. Ona baktım. ''Evet?'' dedim. 

''Yakında seni bulacaklar. Dikkatli ol.'' dedi ve elmaları koyduğum yerden alıp içeri girdi. 

Aklımdan bir sürü soru geçiyordu. Kim bulacaktı? Neden bulacaktı? Bay Samuel neden böyle davranmıştı? Oradan ayrılmam gerekiyordu şimdilik tek bildiğim bu idi öyle de yaptım. Eve giderken kafamın içini kemiren soruları bir köşeye atmaya çalıştım ama zordu gerçekten çok zordu.  


***


Bekle! diyordum kendi kendime, bekle... 

Yıldızlar gölün üzerine düşmüş gibi aydınlatırken bileklerime değen hafif rüzgar esintisi, saçlarımın arasından ben yürüdükçe geçen göldeki su... İlerlemeye devam ettim. Gökyüzü çok güzeldi hiç olmadığı kadar güzel. Ama her şey bir anda değişti. Ellerimi suyun içinden çıkarttığım da kan parmaklarımın arasından süzülüyordu. İnce ıslık sesi kuşağımın arkasından geliyordu. Sudan bir an önce çıkmak için çabaladım. Olmuyordu. 

Karada duran bir erkeğin beni izlediğini fark ettim. Beni net görebiliyor muydu? 

Bana yardım et! diye bağırdım sadece ileri geri gidiyordu. Sanki önünde görünmez bir kapı varmış da gelemiyormuş gibi. Gölden çıkmak için suya direnirken göl beni içine çekmeye başlamıştı. 

Karada duran kişi ne ara çıkarttığını anlamadığım kılıcı önce havaya yükseltti, kılıç havaya yükseldiğinde yıldızlar tepesine inmiş gibi parlamıştı. Sonrasında da kılıcı sertçe göldeki suya indirdi. 

Ve uyandım. Bu neydi? Gerçekten bu neydi? Gözlerim zifiri karanlıkta birilerini aradı ama kimse yoktu. Annemi uyandırmak mantıklı gelmiyordu. Bay Samuel'in yaptıkları ise hiç mantıklı değildi. Gündüz olmasını bekleyecek ve o göle gidecektim. O kadar gerçekçiydi ki... Bir an için orada olduğuma inanacaktım. Alnımdan düşen terler yavaşça kumaşa değerken nefesim yavaşladı. Sanki başka bir zamana çekiliyordum. 

Bir kadının gözünün içindeydim... Gülüyordu. Çok tuhaf bir yerdeydi. Etrafındaki insanlar oldukça garip giyinmişlerdi ve o kadın elinde bir silah tutuyordu! Ne tuhaf bir silah bu böyle! Her şey bulanıklaşırken içinde sıkıştığımı ve boğulduğumu hissettim. Kadın ayağa kalktı. Kapı olduğunu düşündüğüm şeyi açtı ve dışarıya çıktı. At arabalarına benzeyen şeyler vardı ama ne tuhaftı, bunlar neydi? Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Ne kadınlar elbise giyiyorlardı ne de erkekler olması gerektiği gibiydi derken yatağıma nefes nefese bir şekilde döndüm. Bu sefer annem yanımdaydı. Telaşla bana bakıyordu. Sıkıca sarılarak beni sarstı. 

''Hastalandığını düşündüm, beni çok korkuttun!'' dedi endişeyle. 

Boş bir ifadeyle anneme baktım. 

''Anne,'' dedim soluğumu dizginlemeye çalışırken. ''bana neler oluyor?''

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jan 30, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

RegresyonWhere stories live. Discover now