-25-

471 46 46
                                    

Herkese merhaba, 25. bölümle karşınızdayım.
Umarım ki hikaye gidişatından memnunsunuzdur.
Biliyorsunuz hikayelerime belirli bir son belirleyip ona göre yazmaya başlıyorum. Bölümler çoğu zaman kısa olsa da, etkili olduklarını düşünüyorum.
Sizlerin de bunu bir sorun etmediğinizi, beğendiğinizi düşünüyorum.
Dilerim öyledir. :)

İyi okumalar...

Çok kalabalık olmayan şık bir restorana geldiklerinde, aslında Kürşat'ın göründüğünden çok daha ince düşünceli bir insan olduğunu bir kez daha fark ediyordu Sultan.
Hareketleri ya da sözleri ne kadar çoğu zaman kendisini çileden çıkarma yolunda olup bir kabadayının ağzını belli etse de, ruhundaki incelik içinde bir yerlerdeydi. Ama sorun değildi.
Sultan onu inceliklerini gizlerken de, sert çıkışlar yaparak afili sözler ederken de seviyordu.

Evet, seviyordu.
Yıllar sonra yeniden birini seviyordu ve, o kişinin bu adam oluşuna zerre pişman değildi. Ayrıyeten abisinin kim olduğunu, kendinin neci olduğu da umurunda değildi. Gerçi bir yandan frene basmalı, kendine kızıp ağırdan almalıydı. Yine aynı şekilde kör, saf aşık olmak istemiyordu. Ama zaten olmayacak gibiydi.
Kürşat, uzun süredir hayatı için aldığı en doğru karardı. Ve biliyordu, kendisini yanıltmayacaktı.
Hissediyordu.

"Ee, beğendin mi?" diye beklentiyle bakmaktayken gözlerini kırpıştırıp kendine geldi Sultan.

"Beğenmediysen başka yere gidelim?" diyerek ayaklanmasıyla elini tutup:

"Gerek yok." dedi gülümseyerek.

"Çok beğendim."

Doğru söylüyordu.
Çok beğenmişti.
Onu iyiki de bulmuş, ve çok beğenmiş...

Siparişler gelene dek oradan buradan konuşup gülüşmüşler, Sultan'ın kuaförlük anıları bitip Kürşat'ın askerlik anıları başlarken, birazdan işin içine hapis anıları da katılmıştı.
Ee, sözde dört yıl yatmıştı ama, o dört yılı yatarak da geçirmemişti.

"Öyle böyle derken bitti işte." deyip peçeteyle ağzının kenarlarını sildiğinde ilerideki masada oturan gençleri gördü Sultan.
Yalnızlar sanıyordu ama, belli ki değillerdi.

"Nereye bakıyorsun sen?" diye çattığı kaşlarıyla omzunun üzerinden geriye doğru baktı Kürşat.

"Hiç, çocuklara."

"Ha, bitirdiler herhalde yemeklerini." diyen sevdiğinden aldığı bakışlarını dizlerine serdiği mendile indirip, beyaz mendili katlarken:

"Onlar olmadan olmuyor muydu?" diye sormuştu.

"Oluyor tabii ama..." deyip bir yudum su aldı Kürşat.
Ne diyebilirdi ki?
Yaşı gençti ama etrafında adamlarla dolaşmaya alışmıştı.
Öyle sanıyordu ki, gün geçtikçe babasına daha çok benziyor, kabadayılık kisvesine daha çok bürünüyordu.
Ha etrafında adamlarının olması birilerinden çekindiği için değildi. Sadece şu genç yaşına rağmen geçen yıllar boyunca, yalnız olmanın oldukça tehlikeli olduğunu fark etmişti, o kadar. Üstelik sadece kendisi birileriyle içiçe değildi. Herkes bir aradaydı, ve olmak da zorundaydı.

"Alışkanlık işte. Yalnız kalıp çakala yem olmaktansa, sürüyle gezmek yeğdir. Hem bizde adettir de." diye başını hafifçe eğip gülümser bir yüzle konuştuğunda, yeniden gözlerine bakan Sultan da gülmüştü.
Böylesi bir adama aşık olmaması gerektiğini biliyordu. Sedef'in o katı kuralı çiğneyip yeniden bir adama güvenmiş, sevmiş, üstüne bir de tam da uzak durması gereken birine kucak açmıştı.
Alışması gerekiyor gibiydi.

Sen neredeysen, sürü oradadır.

Birden gelen pastayla gözleri büyürken, konunun seyri de değişmiş oldu.
Üzerindeki mumların yanı sıra masayı aydınlatan maytaplar göz alıyordu ve çilekli pasta nefis görünmekteydi.

BİR KADIN SEVDİMWhere stories live. Discover now