[ 10 ]

2.2K 325 349
                                    

"Majesteleri arka taraf temiz." Yanıma gelip fısıldayan askere doğru döndüm yüzümü.

"Tamam o halde oradan gireceğiz. Kimse emirlerimin dışında bir şey yapmayacak. Anlaşıldı mı?" Sözlerim etraftaki itaatkar başlar tarafından onaylandığında iki gruba ayrılarak dağıldık. Diğer gruba Cheng komutalık edecekti. Pençelerimizi çıkarıp duvarlardan tırmanmaya başladığımızda birkaç ağaç yardımımıza yetişmişti. Sıcak toprağa olabildiğince sessizce atladık. Önümdeki en iyi askerler oklarını çıkartıp bahçede nöbet tutan askerleri sessizce indirmeye başladığında elimdeki küçük hançerle hızlandım. 

Olabildiğince sessiz halletmeli ve dikkat çekmemeliydik. Yol üzerindeki, onların temizleyebileceği askerler bittiğinde geri çekilmeleri adına emir verdim. Bundan sonrası benim içindi. Bu sırada herhangi bir askeri kuvvet gelmediğine göre Cheng ve yanındakiler de ön taraftaki askerleri halledebilmişti. 

Hanedanlık kısmına doğru adımlarımı hızlandırdığım da gelen bir asker gölgesiyle duraksamış, bir sütunun arkasına gizlenmiştim. Bu sesi hatırlıyordum hatta hiç unutmamıştım. Zindandan ilk çıktığım zaman, benden bilgi alan askerdi... Kendi kendine yapacaklarını mırıldayarak bana doğru yaklaştığında gördüğü birkaç asker cesediyle tepkisini ortaya koymuştu. Hızla yerimden çıktım ve hançeri boğazına yaslayıp, diğer elimle de nefesini kestim. Dudaklarımı kulağına yaklaştırıp, boğuk bir sesle mırıldandım. 

"Söylenildiği kadar iyiyim ve bu yüzden oradan canlı olarak çıktım." Kolumla onu çevirip karşıma gelmesini sağladığımda yüzümdeki bez parçasını indirip beni görmesini sağladım. Korkuyla gözleri açılıp, titremeye başladığında tek bir söz bile söylemesine izin vermeden boğazındaki kanı akıttım.

Tanrı'ya minnettardım. Bu askerlerden ve bu komutandan benim ve kardeşlerimin intikamını almama izin verdiği için... 

Sonunda bahçe kısmından kurtulup binanın içine girdiğimde yüzümü kapatarak daha hızlı ilerlemeye başladım. Kılıcımı çekmiş, sabaha yakalaşan bu saatte hedefime doğru yürümeye başlamıştım. Tabii ki de Kraliçe'nin yanına gidiyordum. O çok sevilen, büyülü olduğu ve cennetten geldiğine inanılan Kraliçe'ye...

Odasına çok yaklaşmıştım ki arkadan gelen hızlı adım sesleriyle arkamı dönmüş ve kılıcımı kaldırmıştım. Demek ki buraya gelirken birileri görmüştü beni. Hızlı bir şekilde karşımdaki askerle mücadele etmeye başladığımda patırtımız ve kılıç seslerimiz yükseliyordu. Bu da yakında bir kalabalığın buraya gelebileceğine işaretti. Tüm yeteneklerimi ve oyunlarımı sergileyip, bu askeri alt etmeye çalışıyordum ancak görülen o ki fazla kolay lokma değildi. Boğuşmalarımızın ve benim sabrımın tükenmesinin ardından onu boş hamleye düşürerek kılıcımın ucunu tenine geçirmeyi başarmış, onu yaralamıştım. Sendelemesiyle birlikte kılıcını düşürüp, onu da yere serdiğimde hızla kılıcımı boynuna indirdim.

Kang Dae! Bu oydu. Biraz önceki nefes aldırmayan dövüşümüz de yüzünü bile görmemiştim ama şimdi yaralı bir şekilde yerde uzanırken kim olduğunu anlayabiliyordum. Şaşırarak ve oldukça berbat hissederek kılıcımı boynunda tutmaya devam ettim. Canını alamazdım. Ona bir can borcum vardı. Eğer o gün beni okla yaralamasaydı çoktan ölüydüm. Hem... o ölürse Seon Ah da çok üzülürdü. Bunu ona yapamazdım. Sonrasında kendime ne kadar kızacağımı bilsem de kılıcımı indirdim ve hızla oradan uzaklaştım. 

Onu yaralı bir şekilde orada bıraktığımda kulağıma gelen asker sesleri daha da hızlandırmıştı. Yakalanamazdım. Yakalanırsam olacak tek şey kellemin gitmesiydi. Bahçeyi aşıp, duvarları tırmandığımda beni bekleyen küçük ordumla hızla karanlığa karıştık. Hayalet Kral, bu seferde sarayını eli boş terk etmişti. 

KRAL | MYGWhere stories live. Discover now