4.Bölüm

256 42 36
                                    

3 Haziran 2013 

"Vurmayın, yeter! Durun!" Durmuyorlardı. Tüm bu bağırışıma çağırışıma rağmen durmuyorlardı. Dizlerimin üzerinde iki yanımda dikilip beni tutan çocukların elleri arasında çırpınıyordum. Kafamı oynatmama bile izin vermeyecek kadar güç uyguluyorlardı üzerimde. Bağırıyordum. Durmalarını söylüyordum. Ama beni dinlemiyorlardı. Neredeyse bayılmak üzere olan Sicheng'e vurmaya devam ediyorlardı. Bir yandan videoya çekiyorlar diğer yandan canice kahkahalar atıyorlardı.

"Onu bırakın, bırak onu! Bana vurun! O dayanamaz!" Aslında burada yok muydum? Göremiyorlar ya da duyamıyorlar mıydı beni? Öylesine mi dönmüştü gözleri? Dikkatlerini bana verebilmeleri adına kendimi parçalıyordum ama birden hiç beklemediğim bir şey oldu o an. Sanki buz dolu bir kovanın içine bırakmışlardı beni. Acı içindeydim ama bir şey yapamadan yavaş yavaş ölüyordum. İçlerinden birinin elleri Sicheng'in kemerine uzanmıştı. Hâlbuki baygındı. Orada her şeyden bi' haber, yüzü yara bere içinde yatıyordu.

"Dong Sicheng!" Uyanması için, bir an önce kendine gelmesi için boğazım yırtılana dek ismini haykırdım. Uyansın ve onlara elinden geldiğince karşı koysun istedim. Uyanamadı. Sesim ona hiç ulaşmadı.

"Bırakın! Bırak dedim! Hayır! Sizi öldüreceğim! Çek o ellerini piç kurusu! Sizi öyle bir döveceğim ki ölmek için yalvaracaksınız! Bırakın!" Ağlıyordum. Dudaklarıma değen ıslaklık anlayabilmiştim bunu ancak. Önemsemedim. Bedenimi bu kirli eller arasından kurtarabilmek için çırpınmaya devam ettim. Neden bu kadar cılızdım? Neden onlara karşılık veremiyordum? 

     Pantolonunu yavaş yavaş indirdiklerini görebildim buğulu gözlerimin izin verdiği kadar. Videoya çekmeye devam ediyorlardı. Arada naif yüzüne kadar sokuyorlardı kamerayı. Utanmaları, vicdanları, gerçek bir hayatları bile yoktu. Saf kötülükten başka sahip oldukları hiçbir şeyleri yoktu. Ne acı. Peki bunların bedelini neden biz ödüyorduk? İyi olan, içinde umutları olan bizsek, neden acı çekiyorduk?

"Dong Sicheng! Uyan! Kalk ayağa seni aptal, uyan!" Kalksana. Eğer şimdi uyanmazsan bir daha asla uyanamayacaksın. Bu yüzden aç gözlerini. Yapmayın de, durdur onları. Savun kendini. Eğer sana bir şey yaparlarsa bununla yaşayamam.

"Yalvarırım. Yalvarırım dokunmayın ona." Uzun ve yüksek çığlıklarımın aksine yorgun çıkmıştı sesim. Gerçekten yalvarıyordum onlara. Bunu asla yapmayacağıma dair yemin etmiştim oysaki kendime. Yine de pişman değildim. Eğer durmalarını sağlayacak tek şey buysa, o hâlde sabaha kadar yalvarabilirdim. 

     Sonunda Minjae bir kenarda sigarasını içerken, bakışları bana döndü. Dudağının sol tarafı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. Sessizdim ama gözlerimle bile yalvarıyordum ona. Bunu görebiliyor ve bundan açıkça zevk alıyordu. Ne olmuştu sana Minjae? Ne olmuştu da bu kadar kötü birisi olabilmiştin?

"Doyoung-ah." Sigarasının dumanını üfleyerek söyledi adımı. Kusmak istedim sadece. Kusmak ve rahatlamak. Yüzüne bakmak bile ne kadar çok tiksinmeme sebep oluyordu. Kendime acıdığım kadar ona da acıyordum. Bu kadar iğrenç olduğu için acıyordum ona. Gözlerini benden ayırmadan ağır adımlarla yaklaştı bana doğru. Eş zamanlı olarak az ötede arkadaşıma dokunan pislikler de durmuşlardı. Rahatlamıştım. Ne kadar zaman kazanırsam o kadar iyiydi. Aniden ileri itilmemle başım önüme düşmüştü. Dizlerim karnıma yapışmış vaziyetteydi. Minjae beni daha da aşağılamak ister gibi bir süre tepeden izledi beni. Sonra yavaşça çömeldi. Sigarası hâlâ elinde yanıyordu. Diklenmek için hareket etmeye çalışsam da boştaki eliyle bunu engelledi ve saçımdan yakaladı. Tüm gücüyle geriye çektiğinde ağzımdan acı dolu bir inleme çıktı. Nefes alış verişlerim istemsizce hızlanmıştı. 

our souls •  johndoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin