7

3.3K 332 79
                                    

Kollarımı göğsümde birleştirip başında dikilmiş ona bakıyordu. Yattığı yerden gözlerini bana bir kere bile çevirmemiş, duygusuz gözlerle tavanı izliyordu.

Dudaklarımı ıslatıp derin bir nefes vermiş, omzularımı düşürmüştüm. Hafifçe öksürüp bana bakmasını sağlamıştım ardından. Dakikalardır acıların çocuğu gibi tavana bakıyordu ve kıpkırmızı olmuştu gözleri.

Eh, ayağına kramp girdiği için boğulmaktan kurtulmuştu. Üstelik kram girince ne yapması gerektiğini bilmeyen acemi bir yüzücü olsaydı yapacağı panikle fazlasıyla şu yutacağını tahmin etmek o kadar zor değildi. Şükür ki o profesyoneldi, çektiği acı fazla olmasa daha rahat kurtulabilirsiniz ama neredeyse ölümden kıl payı kurtulmuştu.

"Söyle hadi." Demiştim. Kafasını anlamazca sallamıştı. Bedenini hareket ettiremiyordu çünkü yaptığı en ufak harekette ayak bileği deliler gibi acıyor, hareketsiz kalmasında bile fazlasıyla sızlıyordur. Suratından anlıyordum.

"Neyi söyleyeyim?"

"Çok haklıydın Lisa, eşeklik ettim. Seni hep dinlemeliyim çünkü sen her zaman çok haklısın." Söylemesini istediğim şeyi dillendirdiğimde gözlerini devirmişti. "Sırası değil Lisa." Demişti ve cidden çok keyifsiz duruyordu. Gerçi, kim sakatlandığı için mutlu olurdu ki? Yarı çıplak vücudu soğuk klimanın altında titredi, ani bir kararla gözünü etrafta gezdirmişti. İlk başta ne aradığını anlamadığım için ben de etrafıma bakmış, sonra tekrar Jeon'a dönmüştüm. "Ne arıyorsun?" Diye sorarken, doğrulmaya çalışmış ve elini rastgele göğsüne doğru sallamıştı. "Tişört giyeceğim."

"Çantan nerde?" Doğrularına yardım etmeye çalıştım. Başarılı da olmuştum. Bir kaç kere acıyla inlemişti lakin, sonunda son derece suratsız bir şekilde sedyeden oturur pozisyona gelebilmişti.

Gerçekten, suratı aşağı akacaktı suratsızlıktan.

"Bilmiyorum." Demişti. O an bu hayatta en çok korktuğum iki şey olduğu kanaatine varmıştım. Biri Voldemort, biri de Jungkook'un şu suratıydı.

Yüzümü buruşturup etrafıma bakınmıştım. Çantaya benzeyen bir şey yoktu, Jungkook da mutsuzluğa hipnotize olmuş gibi tepkisizce yere bakarak bana hiç yardımcı olmuyordu. En sonunda elimi telefonuma atıp Chris'i aramıştım. Sözde yarım saat önce kahve alıp geleceklerdi. Kahve çekirdeklerini ağaçtan kendileri toplayıp öğütüyor olmalılardı, başka türlü bir şekerli kahvenin bu kadar uzun sürmesine anlam veremiyordum.

Chris şan şakrak telefon açıp konuşmama izin vermeden bin tane şey sıralamaya başladığında sinirle yüzümü sıvazlamıştım. Kahve almaya gidip kahve almak yerine her boku yemiş olmalılardı ki bu kadar kahkaha içinde olabilmişlerdi. "Neredesiniz lan siz?" Diye atarlandığım zaman kısa bir sessizlik olmuştu. Chris bir şeyler gevelemiş ama dinlememiştim bile. Gözüm geçen dakikala rağmen bir milim bir kıpırdamadan Jungkook'a kaymış, ayakta öldü sanmıştım.

"Bırak tatavayı Chris! Jungkook'un çantası nerde!"

"Ne bileyim nerde! Bekçisi miyim ben çantasının!"

"Senin başka işlevin yok ki Chris. Senin yapman gereken şey bir kahve almaktı, şimdi bakıyorum, kahvem hala yok. Kahvem nerde Christopher?" Alaycı bir sakinlikle konuşuyordum ama cinnet geçirmeme ramak kalmıştı. Sesindeki tehditi hisseden Chris de panikleyip, "Ben bu baskılar altında çalışamam." Demişti.

"Kapat kapat." Sinirle aramanın kırmızı tuşuna basıp derin bir nefes vermiştim. Olaysız geçmeyen ve olay yaratmadığım bir günüm olmadığı için her zaman krizi fırsata çevirmenin en yollarını bilirdim lakin, düşünmem gereken kişi kendim olmadığım zamanlar biraz afallıyordum. Yani, kendimi her türlü rezilliğe atabilir ve içinden sıyrılmayı başarabilirim ama başkasının götünü kurtarmaya alışık değildim.

"Güzelim," kısık ama tok sesini duyduğum gibi ona dönmüştüm. İlk önce bu hırıltılı sesin üzüntüsünden gargamele dönmüş Jungkook'tan çıktığını anlayamamıştım ama bir yeri işaret ettiğini görünce taşlar yerine oturmuştu. "Şunu uzatır mısın?"

Su şişesinden bahsediyordu. Şu şişesini kapıp ona uzatırken bir yandan da sandalyeyi yaslanacak kısım önüme gelecek biçimde çevirip oturmuştum. Yorgun bedenine rağmen su içmek için uğraşırken, ben ağzımı aralamıştım. "Üzülme artık, dinleneceksin ve tekrar yüzeceksin döneceksin." Kafasını sallamakta yetindi. Ağzını kolunun tersiyle silerken tekrar hafifçe kafasını sallamış, "Teşekkürler." demişti.

İçeri bir hışımla biri girdiğinde ilk başta bizimkiler sanmıştım. Sonra duyduğum anahtar sesinden Bedenci olduğunu anlamıştım. Herifin adını bilmiyordum, ya Anahtar Adam ya da Bedenci demeyi tercih ediyorum çünkü ikisi de onun hayatında sahip olduğu iki önemli özellikti. Şuna kendi adımdan daha da emindim ki, üstünde boş neresi varsa oraya anahtar ve bozuk para koyuyordu ve bilerek zıplaya zıplaya yürüyordu. O lastik ayakabıların ve anahtar şıngırtılarının okulun her yerinden duyulmasını kesinlikle başka açıklaması olamazdı. Aksi taktirde ruhunu şeytana sattığını düşünecektim.

"Jungkook! İyi misin! Ölü gibisin oğlum!" Bedenci ellerini Jungkook'un suratına yerleştirip onu sarsmaya başladığında yüzümü buruşturdum. Jungkook'un yorgun bedenini öyle bir sallıyordu ki çocuk yardım çığlığı atan bakışlar atıyordu etrafa. Özellikle hocanın ne oldu sana diye haykırışlarına sanane moruk diye bağırarak ve tokatlayarak karşılık vermek istiyordu, şahsen şu an ben de öyle yapmak istiyordum.

"Hocam rahat bırakır mısınız onu?" Burada olduğumu anladığında gülüsemiş ve, giydiği eşofmandan da kaynaklı olabilirdi, son derece hışırtılı hareketlerle gülümsemişti.

"Lalisa..." demişti yapmacık bir samimiyetle. Benden nefret ettiğini göstermekten çekinmiyordu, şahsen ben de ona bayılmadığım için uzaktan nefretleşmeyi seçiyordum. Hatta birbirimizden o kadar nefret ediyoruk ki, dersine girmediğim sürece bana yüz vereceğini söylemişti.

Bu nefretin sebebi açıktı, fizik sınavı için çağırttığımız davulcunun davulunu almış bir hararetle vururken, tokmak hocanın alnına uçmuştu. Eh, hoca olmayan karizmasının çizilmesi konusunda epey hassastı.

"We are here!" Christopher içeri mükemmel ötesi ingilizce aksanıyla bütün gözleri üstüne toplandığında, en azından Bedenci'nin gudubet gözlerinden kurtulduğum için sevinmiştim. Namjoon hızla Jungkook'a yaklaşıp daha iyi hissetmesi için ona kahve içilmez için harekete geçti. Sana'nın omzundaki çantadan ise beni hayal kırıklığına uğramayan Chris'in ne kadar itaatkar bir arkadaş olduğunu anlamıştım. Bir saniye kadar da duygusallaşmıştım. Çantayı getirmişti.

"Neler atlattık bir bilsen." Sana'nın tatlı sesini kulaklarımda işittiğimde gülümsedim. Çantayı masaya koyup içinde tişört ararken de odanın diğer ucundaki Bedenci'nin sesini duymuştum.

"Sağol evlat." Gözlerimi oraya çevirdiğimde ise eli boş kalmış, şoklar içinde aynı pozisyonda duran Christopher Bang'e çevirmiştim bakışlarımı. Anlaşılan Anahtar Adam Chris'in bir uğraş aldığı kahveye alınıp kendisi içmişti.













Ups! Tento obrázek porušuje naše pokyny k obsahu. Před publikováním ho, prosím, buď odstraň, nebo nahraď jiným.
fantasic sociopath and demonicKde žijí příběhy. Začni objevovat