three

115 22 10
                                    

gövden
çarmıhın isa tarafı.

on yıl sonra.

zeyn elinde tuttuğu iki şarap kadehinden birini, rose'ye uzatıp, onun gibi ayaklarını aşağı salladı. aşağıda uzun bir deniz dalgalanıyordu.

rose, kadehinden bir yudum alıp boynunu aşağıya uzattı. uçurumlar, diye düşündü, uçurumlar ve çarmıhlar.

zeyn yüzünü kızın bembeyaz yüzüne döndüğünde, uzun uzun izleme gereksimi hissetti. on yıldır, canının bir parçası gibi sevdiği rose'yi. hayır,hayır,bu gözleri kör eden karşılıksız bir aşk değildi. o anda ikisi de bunu biliyordu. aslında en başından.

zeyn, rose için bir kurtuluştu. direndiği yerlerden aldığı darbeler benliğini sarsınca, soluğu zeyn'in yanında alıyordu. onun nefesinde, ellerinde yaşama dair bir inanç buluyordu.

nadiren konuşur, uzun uzun susarlardı. fakat ikisini de birbirinden başka anlayan, olmazdı hiç bir zaman.

nasıl oluyordu da, diye düşünüyordu bazen rose, tanrı'nı doğuran benliğim, tanrı'ya böylesine şüphe ediyordu?

-içimden şu zâlim şüpheyi kaldır-

on altı yaşında olmasına karşın, kahverengi saçlarında beyazlar dolanıyordu rose'nin. bu, zeyn'in yüzünde ara ara, ince tebessümler yaratırdı. çok düşünüyorsun, diye düşünürdü, bu kadar düşünmeseydin, saçların böyle erken ağarmayacak, yüzün yüz yılın ağırlığını taşımayacaktı belki de rose.

rose elindeki şarap kadehinden bir yudum daha alıp, dalgın gözlerini usulca zeyn'in yüzüne çevirdi. nefeslerinin birbirine değindiği bu an, ikisini de heyecanlandırmadı. ellerini titretmedi, içlerini kıpırdatmadı. on altı yaşındaydılar ve on yıldır her gözgöze geldiklerinde, gözlerinin dolmasından başka hiç bir şey hissetmiyorlardı.

“titreseydi eğer tanrı'nın eli, havva'nın kaburgasından yaratsaydı adem'i, yine de parçalanır mıydı kaburgamız ikiye?”

22 april 2021
×17:13

tanrıya kadar elvedâ!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin