Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
HASNA
Balavar Eyaleti
Karaboy Şehri
İkindi
Sırakla'dan ayrılalı kaç gün olduğuna dair birkaç tahmini vardı ama birbirine benzeyen günleri takip etmekte zorlandığı için sayıdan emin değildi Hasna. Genelde gündüzleri dinleniyor, geceleri ise karanlığı ve sessizliği fırsat bilerek hareket halinde oluyorlardı. En azından kırsalda takip ettikleri plan buydu.
Balavar, İtah kadar şehirleşmediği için saklanmak konusunda çok fazla zorluk yaşamamışlardı. Avcı, ablasının tüm sızlanmalarına ve itirazlarına rağmen onu gözardı edip ikili için usta bir rehber olmuştu. Harika üzüm bağlarından, rengarenk bostanlardan, ilkbaharın bebekleri olan lale bahçelerinden geçmişlerdi. Kızılçam ormanlarının kapladığı sıradağlardan açılan geçitlerle kuzeye doğru rahatça yol almak istemişlerdi fakat geçit başlarına dikilen kollukçular bu durumu imkansız hale getirmişti. Dağı aşmak tek çareye düşerken Serbevne yıllardır yönettiği bu ülkeyi daha da yakından tanıma fırsatı yakalamıştı. İnşa edilmesine izin verdiği bir şarap fabrikasının yanından geçerken gururla gülümsemişti. Aynı gururu küle dönmüş bir köyün yamacında geçerken göstermemişti. Pek fazla insanla karşılaşmamış olmaları işine geliyordu büyük ihtimalle.
Sırakla'dan çok da uzakta olmayan Karaboy şehrine gelmişlerdi. Daha iç bölgelerde olduğu için hava biraz serindi fakat baharın tende bıraktığı tazelik eksik değildi. Hasna başlığını düzeltip çevreye bakınmaya başladı.
Fazla açıktaydılar şimdi. Avcı Hatun'un yardımıyla bomboş çayırlarda saklanmayı başarmışlardı fakat yolun getirdiği seçenekler fazla kısıtlıydı. Ya çok daha güneye inip işkenceyi uzatacaklardı ya da büyük bir tehlikeyi göze alıp yarayı dağlayacaklardı. Oy birliği ile ikinci seçenekte karar kıldılar. Şehrin etrafından dolanmayıp ortasından geçerek en kısa yolu seçmişlerdi. Hasna'nın bulduğu yardımın da bu seçim üzerinde büyük etkisi vardı tabii.
Şehir merkezi şanslarına kalabalıktı. Fazla göze batmalarının mümkün olmayacağını düşündü Hasna. Avcı'nın bu şehirle ilgili tecrübesi çok uzun yıllar öncesine dayandığından hafızası şehrin gelişen mimarisi için yetersiz kalmıştı. Bu yüzden sokaklarda biraz kör ilerleyip giderek artan kalabalığı takip etmişlerdi.
Ateşinler, taşıdıkları silahların üzerlerini kalın örtülerle örtüp atlarından indikten sonra sanki sonsuzluğa doğru uzanan geniş bir caddeye girdiler. Bir kumaş pazarındaydılar.
Çoğunluğu kadından oluşan insan ve ateşin seli yaklaşık yirmi adım mesafe arayla açılan tezgahların arasından akıyordu. Yanyana nizamla dizilmiş tahta sergilerin üzeri her zevke hitap edecek veya her cebe girebilecek kumaş türleriyle doluydu. Sıcaktan etkilenmeyen ateşinlerin severek giydikleri deriler, kahverengi süetler, kadınlarının bayıldığı kadife kumaşlar çarptı gözüne.
Önerilen hikayeler
Bunları da beğenebilirsiniz
Hasna'ya bunlar hep iç bunaltıcı, sıkıcı ve çoğu zaman da çirkin gelmişti. Ateşinlerin güzellik anlayışı farklıydı. Çoğu bunu üzerinde çok fazla durulması gereken bir şey olarak görmezdi bu yüzden alışverişe çıktıklarında ilk baktıkları şey sağlamlık olurdu. Koca bedenlerine dayanabilecek kıyafetleri seçerlerdi ve gerisini pek umursamazlardı. Bu yüzden çoğu tek bir sıkıcı ailenin bir üyesi gibi dolaşırdı etrafta Hasna için. Kendi işleri içinde kaybolmuş olduklarını, gereksiz gördükleri küçük zevklerden mahrum kaldıklarını düşünürdü. Halbuki Zeir de bir ateşindi ve onu tanıdığı kadarıyla adamın kendini bir şeylerden mahrum bıraktığını söyleyemek pek mümkün değildi.
Bazıları insanlıklarından kalma alışkanlıklarını koruyordu belli ki.
Serbevne ve Almakay aniden girdikleri müşteri rolleriyle kalın kumaşlar arasında kaybolurken Hasna etrafı kolaçan ediyordu. Pazar yerlerinde dolaşan kollukçuların günlük alışkanlıklarının dışına çıkmalarını istemezdi.
Serbevne eline aldığı taze kuşburnu rengindeki ipek kumaşı, kolunun üzerine doğru kaldırıp amber parçaları kaplı esmer tenine yakışıp yakışmayacağına baktı.
"Ondan harika bir gömlek olur abla sana," dedi pazarcı büyük bir hevesle. Adamın sesi sahip olduğu küçük bedene oranla gürdü. En fazla yirmi yaşında gösteren pazarcı işinin verdiği boş güvenle Serbevne'ye çapkın bir gülümseme attı. Hasna bu hareketi zavallıca bulmasa belki de gülebilirdi ama adama acımakla yetindi. Almakay'ın yaptığı bu oldu sonuçta. Elindeki çiçekli pazeni uzağa fırlatıp biraz eğlenmek için Serbevne'ye baktı.
"Bence de abla," dedi. Kadının kolundan kayan kumaşı yakalayıp omuzlarına kadar çekti. "Çok güzel sabahlık da olur bundan." Başını pazarcıya çevirdiğinde artık Hasna kadının yüzünü göremese de görkemli ağzıyla sırıttığını hissedebiliyordu. "Sence de öyle değil mi pazarcı bey?" dedi.
Kendi üzerinden eğlenilmesinden hiç memnun olmayan Serbevne anında üzerindeki kumaşı tutup indirdi. Öfkelenmişti. "Gerçek bile değildir bu," dedi tiksintiyle. "İtah'takiler daha dayanıklı görünüyor." Kendisine esefle söylenen adama daha dönüp bakmadan tezgahtan uzaklaştı.
"Ne laubali insanlar," dedi. "Abla da ne demek?" Adamın çirkin bir taklidini yaptı Serbevne.
"Sen de alışkın değilsin. Sevgilin seni adınla çağırıyordu büyük ihtimalle. Yani en azından baş başayken." Almakay'ın bu girişimi karşısında Hasna kendisini tutmadı bu sefer. Kendi sessizliği içinde kıkırdadığı için önden giden kardeşler onu duymadılar bile. Serbevne'nin dirseğini sertçe hiç acımadan Almakay'ın karın boşluğuna geçişini izledi. Bu onu daha da güldürdü.
"Terbiyesizlik yapma," dedi sertçe. Her zaman yaptığı gibi çenesini dikti havaya. Uzun bedeni süzülerek hızlanınca fazla çabalamadan öne geçti. Kadın çevresinde olan bitenden o kadar farklı duruyordu ki atını tutup çekişi bile dikkatle izleyen gözler için kimliğini ortaya koyuyordu. Nazikti, güçlüydü, en kötüsü ise eğitimliydi. Doğduğu andan beri aldığı bir eğitimdi bu, zihnine vurulmuş damgaydı. Değişmesi imkansızdı.
Karşıdan gelen iki kollukçuyu farkettiğinde atların gerisine geçip kendi önüne engel koyarak kayboldu cadı. Şehrin güvenlik konusunda büyük dertleri olmadığı sahip oldukları bu iki insan kollukçudan belli oluyordu. Hasna fırsatı değerlendirdi. Omuzlarını oynattı yavaşça, parmaklarını gerip sonucu bekledi. Sihri çağrısını anında cevapladı. Bulutların çekilmesiyle ortalık aydınlandı. Göz kamaştırıcı sarı ışık anında kollukçuların yüzüne düştü ve keskin bir kılıç gibi önlerini kesti. İkisi de gayri ihtiyari gözlerini kısıp ellerini yüzlerine siper ettiler. Bahar güneşinin cömertçe aydınlattığı karşıdan gelen kalabalık hareketlenip tezgahlara yaklaşarak güneşliklerin altına girmeye başladı. Ateşin olan yerliler fazla ışıktan etkilenmemişlerdi.