ilk ve son karşılaşmadan hatıra kalan minik hediye.

79 14 51
                                    

Bir, iki, üç, dört; gördüğü en güzel deniz kabuklarını avuçları arasına alırken içinden sayıyordu minik Akaashi. Kırık birine denk gelince yüzünü buruşturup memnuniyetsizce onu geri denizin suyuna bıraktı; yavaş yavaş dibe çöküşünü, usulca kumlar arasında kayboluşunu izledi. Oysaki rengi ne çok güzeldi.

Yaz aylarında sahile gelmek; her ne kadar nemli şortunun, yapış yapış hissettiren güneş kreminin, tepede ışıyan güneşin verdiği rahatsızlık hoşuna gitmese de Akaashi'nin en sevdiği şeydi. Kumdan kale yapmayı, hele de biriktirdiği deniz kabuklarıyla kalesini donatmayı çok severdi. Ancak bu defa ailesinin arkadaşlarıyla -ve elbette onların çocuklarıyla gelmişlerdi buraya. O çocuklar Akaashi'nin bütün kova ve küreklerini almış, onun da onlarla kale yapmasına izin vermemişlerdi.

Hâl böyle olunca minik Akaashi onları annesine şikayet etmek yerine sessizce yanlarından ayrılmış ve deniz kabuğu arayışlarına girişmişti. Belki güzel, çok güzel bir tane bulursa yaz tatili dönüşü onu sınıftan bir kıza armağan edebilirdi. Kızlar böyle şeylerden hoşlanırdı ne de olsa.

"Hey, sen!"

Akaashi arkasından gelen sesle, kendine seslenildiği düşüncesi önderliğinde o tarafa döndü. Bir çocuk vardı orada. Güneş yüzünden solmuş, eski, lacivert bir deniz şortu giyiyordu. Saçları Akaashi'nin yarı nemli saçlarına göre ıpıslaktı. Heyecanla elini ona doğru sallıyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Akaashi onun kendi yaşlarında olduğunu tahmin etti.

Denizin kısmen kıyısında olan Akaashi yine deniz içinde, ağır ağır çocuğa doğru ilerledi. Aralarında bir metre kadar kalınca durdu, ne diyeceğini bilemediğinden sorgular bir yüz ifadesiyle çocuğa bakmaya başladı. Aynı yaşta duruyor olsalar bile çocuk, Akaashi'den birkaç parmak uzundu.

"Bizimle su savaşı yapmak ister misin?"

Akaashi onun "biz" derken kimi kastettiğini ilk başta anlamasa da daha sonra onun arkasında kalan üç çocuğu gördü. Kendi aralarında gülüşüyorlar ve birbirlerine su sıçratıyorlardı.

Bakışlarını karşısındaki çocuğun altın rengi gözlerine çevirip, "Neden benimle oynamak istiyorsunuz ki?" diye sordu. Sözcüklerinin çoğunluğu denizin bir dalga savurmasıyla su kütlesinin gürültüsüne karıştı. Yine de duyabilmişti onu çocuk. Omuzlarını şöyle bir sallayarak, "Ne kadar çok kişi oynarsa o kadar eğlenceli olur çünkü," diye yanıtladı onu.

Akaashi ilk başta reddetmeyi düşündü. Bu tarz oyunlar ilgisini çekmezdi çünkü. Kendisi de omuz silkti, dudaklarını araladı ancak o sırada dikkatini başka bir şey çekti. Çocuklardan birinin elinde koca bir kova vardı ve önceden içine doldurduğu bütün suyu yanındakinin kafasından aşağı boşaltıyordu.

Kova demek, kumdan kale demekti. Akaashi gözlerinin parladığından habersiz, ufak bir şart koşmaya karar verdi. "Elbette olur. Ama daha sonra siz de benimle kumdan kale yapacaksınız."

Yüzüne geniş bir gülümseme oturtan çocuk ellerini beline koydu, keyifle, "Bana uyar," dedi.

Başını sallayan Akaashi elleri arasında birikmiş deniz kabuklarını annesine vermek için koşmaya başladı. Oyun oynarken onlara zarar gelmesini istemezdi.

Annesinin ısrarları dolayısıyla yüzüne biraz daha güneş kremi sürüp kabuklarını plaj çantası içine bıraktıktan sonra geri geldi. Çocuklardan en kısası eline neon yeşili bir su tabancası tutuşturdu. İtiraf etmek gerekirse Akaashi bu oyunda pek iyi sayılmazdı. Tanıştığı bu dört çocuk hariç her yere su sıçratıyor, su doldurmak için kıyıya geldiğinde fazla zaman kaybedip diğerleri için açık bir hedef oluşturuyordu. Yine de en az diğerleri kadar kahkaha atmaktan geri kalmamıştı.

deniz kabukları | bokuakaWhere stories live. Discover now