I - Ölüm Satrancı

82 15 5
                                    

Saray yaşamı hikâyelerde ve masallarda okununca hep içinde bulunulmak istenen ve hatta dışarıdan bakıldığında kıskanılan bir yaşamdır ama sanıldığının aksine o kadar da matah bir yanı yoktur. İnsanın sadece gözünü doyuran saraylar, zihinsel ve fiziksel olarak onun kat ve kat fazlasını alır insandan. Bunu yalnızca sarayda yaşamak zorunda kalanların bilmesi ise hayatın bir esprisidir.

Bugüne kadar doğduğu günden beri Fortis Hanedanlığının sarayında tam yirmi sekiz senesini geçiren Molliut, onunla yaşayan tüm saray mensuplarını canından bezdirmiş bir kraliyet üyesi olarak saraylarla ilgili gerçeklerin en bariz örneğidir.

17. yüzyılın sonlarında Retinentia (Retinensa) gezegeninde bir Latin krallığının veliahdıdır Prens Molliut -adı Latincedeki yumuşak huylu kelimesinden geliyordu ki bahtsız kral, Vigor, oğluna bu ismi verirken bir durumsal ironinin içine düşeceğini kestirememiştir sanıyorum-.

Prens hazretleri her sabah saten ya da ipekten yapılmış, düğmeleri ve cepleri altın ve gümüş ipliklerden dikilmiş gömleklerinden de önce kibrini giyinirdi. Kral babasının gölgesinde büyüyüp küçük yaşta öksüz kalmasından dolayı da herkes tarafından pamuklara sarılmıştı.

Doğduğunda ve gençlik çağlarına kadar tüm krallık onun güzelliğinden -ki haksız da sayılmazlar- ve ileride ne kadar güçlü bir kral olacağından konuşmuştu. Bu durumdan ziyadesiyle hoşnut olduğunu gençliğe ilk adım attığı zamanlarda fark eden Molliut için ise işte hayat başlamıştı! Lakin keşke saray çalışanları için de hayat en azından devam edebilseydi.

Molliut kusursuz bir hayatı olması gerektiğine inanıyor ve bu konuda babasını bile bir krala uygun yaşamadığı gerekçesiyle eleştiriyordu. Her zaman en iyi kıyafetleri giymeli, en lezzetli yemekleri yemeli ve gün geldiğinde de gözünün gördüğü her şeyin sahibi kendisi olmalıydı. Tüm bunlar olurken de zayiat vermenin bir öneminin olmadığını düşünüyordu.

Kimsenin hayatı onunkinden değerli değildi.

O gün Prens Molliut için son prenslik günüydü, artık net olarak hissediyordu. Gün, güneş doğmadan başladı onun için. Parmaklarının ucunda yatağından çıkıp kapısında onun emrini bekleyen uşağa hafifçe seslendi. Yerinde duramazken gözleri çok sevdiği satranç tahtasına ve üzerindeki taşlara kaydı o sırada.

Satranç onun için kocaman bir tutkuydu. Saatlerce başından kalkmaz, karşısındakini de göndermez ve bazen de tek başına oynardı. Asla yenilgiyi kabul etmezdi burada da. Herkes ondan korktuğu için genelde bilerek yenilir ve Molliut da bunu anlardı ama babası asla bunu yapmazdı. Bu yüzden babasıyla oyunları onu çok sinirlendirirdi.

Biliyordu, babası ona göre bir prense gösterilmesi gereken ayrıcalıkları göstermiyordu ama bilmediği şey, satrancı bu kadar iyi öğrenebilmesinin sebebi yine babasının ayrıcalıklı davranmamasıydı.

Tarifi zor bir tebessüm sardı dudaklarını. Zamanı geldi, diyordu kendi kendine. Kral, o olmalıydı.

Krala yapılacak suikast, prensinin gazabından daha hafif geliyordu uşağın gözüne. "Yakalansam bile ipe götürülmek," diye düşünüyordu oğlan. "Yaşarken reddettiğim prensin edeceği zulümden evladır." Kralın odasına yürürken yanına sarayın geniş hollerinden toplamak üzere üç ya da dört oğlan daha aldı. Herkesin aklındaki düşünce aynıydı.

Prens Molliut'un duygularını yok denecek kadar aza indirgemişti kibirli ve yenilgi kabul etmeyen ifadesi. Hoş, babasını da pek sevdiği söylenemezdi çünkü kendisine saygı göstermediğine inanırdı. Bu yüzden bu karar onun için kolay bile sayılırdı. Vicdan azabına ise lügatinde pek yer yoktu.

Güneşin ışıkları dahi henüz sarayın koridorlarına ulaşamamışken çaldı prensin kapısı. Anlaşılan oydu ki artık ona Kral Molliut diyecektik. O da bunun heyecanıyla baktı kapıya. Emri verdiği uşak elleri önünde yere doğru eğildi. "Kaybınız için üzgünüz, Prens Molliut," dedi kaideler gereği. "Babanız hazretleri, Fortis Hanedanlığı Kralı, Vigor Fortis, bu sabah sonsuz uykusuna dalmıştır."

Her Oyun BiterWhere stories live. Discover now