Kuyu, Yusuf'u çağırıyor.

245 82 384
                                    

Kuyuya düşmeden evvel, saat akşama doğru beş suları;

Nüfusu azdı Sarıköy'ün ancak herkes birbirini tanırdı. Selamsız geçilmezdi sokaklarından. Hayır maksadıyla yapılan çeşmeleri daima çağlardı gelen geçen için. Camisinden kimi zaman ezanlar, kimi zaman selalar yükselirdi, bir de ahali ile alakalı her telden ilanlar. Bakkalında veresiye defterleri bulunurdu mesela. İnsan vardı bu memlekette, hasat sonunda ödersin, deyip baş yere eğdirilmezdi.

Toprağı bereketliydi. Her türden ekin rahmet tecellisiyle uzatılan eli tutar, kökü toprakta kalmak şartıyla baş verirdi dünyaya. Ekinler beraber biçilir, otun samanın ortasında aynı ekmek bölüşülürdü. Emeksiz yemek olmayacağı bilinir, tarla biçen eller alnındaki teri süpürürdü aynı ihtirasla.

Sarıköy'ün insanı misafirperverdi, misafir severdi. Yatıya gelen üç günden fazla kalmaması gerektiğini bilirdi. Misafiri ikramsız koymadıkları gibi misafirliğe de eli boş gidilmezdi. Yemek sofraları hazır edilirken yardım esirgenmez yer sofrasının muhabbetine doyum bilinmezdi. Halil İbrahim bereketine inanılır, sofradan şükür ile kalkılırdı.

Soba kenarında, koyu çay sohbetleri yapılırdı. Büyükler hikayeler anlatır, ev ahalisinin merakını cezbederdi. Çocuklar okullarda öğrendikleri bilmeceleri hevesle sorar, kimse cevabını bilmez numarası yapardı gönül kırmamak için.

Nerede o eski Ramazanlar, bayramlar, sitemi edilmezdi. İftar vakti sokaklar aş kokar, komşuda pişen yine komşuya düşerdi. Bayram sabahları yalnız çocuklar değil herkes en güzel kıyafetlerini giyer, ev ahalisi birbirinin bayramını kutlardı. Camii yoluna düşmeden önce şeker kasesine uzanan eller sabah sabah yenmez, denilip raflara kaldırılırdı kahvaltı edilinceye kadar. Şeker bayramı diye bir şeyin olmadığı bilinse de şeker gibi çocukları mutlu etmek amacıyla köyün bakkalından birer-ikişer kilo satın alınırdı.

Namaz çıkışında bütün ahali tek tek bayramlaşırdı. Pamuk eller cebe sokulur, cömertliğini gösterirdi ahaliye. Evler ziyaret edilmeden evvel, bir tanesi köyün çıkışında bir tanesi köyün merkezinde olmak üzere mezarlıklara varılırdı. Ölmüşler, unutulmazdı.

Sarıköy'ün hanımları eşlerinin sözünden çıkmazdı. Eşleri de hanımlarına danışmadan bir işe kalkışmazdı. Baba evin direği, anne evin çatısıydı. Çocuklara merhamet gösterilirdi ki onlar da evin büyüğüne saygıda kusur etmesin.

Yusuf bu memleketin evladıydı.

Okuma yazması vardı, mektebe gitmişti yaşıtlarıyla. İlkokulu bitirdikten sonra okumadı ama. Babası göndermediğinden değil şehir korkusundan okumak istemedi. Ailesini bir başına bırakmaya da gönlü razı olmamıştı hem. Okuyup adam ol dedilerse de adamlığın okumakla olmadığını bilirdi Yusuf. Tıpkı okumanın ne mânâya geldiğini bildiği gibi.

Yusuf bu memleketin evladıydı.

Boylu poslu, yakışıklı bir çocuktu. Gür kirpiklerini, koca gözlerini, ela harelerini gören kızlar kıskanırdı onun güzelliğini. Annesinin kahverengi saçlarını, babasının biçimli burnunu almıştı. Soluk pembeydi dudakları, teni esmerdi. Zarif bir çocuktu. Giyinmesini bilirdi. Güzel gözleri Çiçek'ten başkasını görmezdi.

Yusuf bu memleketin evladıydı.

Annesi Gülhanım askere gözyaşlarıyla uğurlamıştı bir sene evvel. Babası Hacı Mustafa duaya kalkan ellerle sırtını sıvazlamıştı oğlunun. Hiç olmazsa adını koyalım, diyerek sözlendiği Çiçek; Allah'a emanet etmişti gözleriyle.

Yusuf bu memleketin evladıydı.

Vatan görevini hakkıyla yerine getirmiş, sevdiklerine kavuşmak için memleketinin yolunu tutmuştu bir saat önce. Yüzünde koca bir tebessüm, avuçlarında çırpınan kalbi, hasretle aralanan dudaklarıyla memleketinin yolunu gözlüyordu.

çiçek'i kuyuda bir yusufWhere stories live. Discover now