142 19 13
                                    

Koyu kırmızı renge bulanmış kâğıda parmağımı bastırıp aşağı çektim arkama yaslanırken sıkıntıyla, çizimimi canlandırmak için renklerle oynuyordum fakat sıra gözlerine geldiğinde parçalanıp etrafa dağılmıştı kalemimin ucu. "Hay sikeyim, yine batırdım."

İnsanların yaptıklarında hep bir odak noktası olurdu. Hep bir şeyin altını çizerler, o konu etrafında dönerler ve diğerlerinin görmelerini isterlerdi. Bazıları çığlıklar içinde görülmek için yalvarırken bazıları sessizce görülmeyi beklerdi.

Ben ise çizimimin gözlerini görmelerini istiyordum. Gözlerindeki o hissi, yüreğimi burkan ama aynı zamanda fazlasıyla tanıdık geldiği için delirmişçesine gülebileceğim acıyı görmelerini sağlamak istiyordum. Sessizdim ama çizimimi çığlıklar içinde yalvartmak istiyordum.

Bu yüzden kırmızıyı seçmiştim işte.

Uzun, özellikle de benim için fazlasıyla uzun, bir süredir kıpırdamadan oturuyor ve bu çizimle uğraşıyordum. Dün başlamış ve taslak olarak bırakıp başka şeylere sarmış olsam da aklımın bir köşesinden inatla silinmeyen beden sayesinde gece huzursuzca dönüp durmuştum yatakta, bu yüzden zorla da olsa kalkmış ve düzene sokmuştum dağıttığım çizgileri. Şimdi beyaz kağıdın üzerinde, bağdaş kurup oturmuş, başını sağ omzuna eğen ve yağmurun altında umarsızca ıslanan bir beden vardı. Güzeldi. Çok, çok güzeldi.

Başta renklendirmek istemedim, sanki renklendirirsem ondan aldığım hissi kaybedecekmiş gibi hissetmiştim ama sabah, şiddetle aksini yapmam gerektiğini söyleyen seslerle açmıştım gözlerimi sızdığım kalemlerin arasında. Ben de onlara ayak uydurdum. Tabii, bir de kalemim kırılmasa daha mutlu ve minnettar olabilirdim. Şimdi ise sadece çığlık atmak istiyordum.

Sinirle saçlarımı karıştırıp kafamı masaya yasladım ve gözlerimi kapattım, hangi şarkının çaldığını bile bilmediğim kulaklığımın tekini çıkarırken söyleniyordum bir yandan da ama duyduğum kapı sesiyle yarıda kesilmişti söylenişlerim. Kai olduğunu bildiğim için kılımı bile kıpırdatmayıp kendime küfretmeye devam etmiştim içimden.

"Tae, yemekler- Neye sinirleniyorsun sen yine?"

Halimi görünce cümlesini yarıda kesip konuştu, sonrasında ise dibime girdi. Bacaklarının benimkilere değmesinden anlamıştım bunu da. Muhtemelen çizime bakmaya çalışıyordu ama kağıdın yarısı kafamın altında olduğundan olsa gerek ki ittirmişti saçlarımdan tutup. Umursamadan, ki bu nadir olurdu, itildiğim yere yanağımı yaslayarak ona bakmaya başladım. Bir yandan da kelimelerin dudaklarımdan yarı sinirli, yarı ağlarmış gibi çıkmasına izin vermiştim.

"Bağırma, sinirlerim tepemde zaten."

Sızlanışıma karşılık tek tepkisi alayla kaşlarını çatıp elini geçiştirmek için sallaması oldu. Kağıtta bir süre boyunca gezen gözleri farkındalık ve şüpheyle kısılınca kendisini gelecek şeyi bilebilecek kadar tanıdığımdan yüzümü yine kollarımın arasına gömdüm.

"Lan..." dedi önce sakince. Sonra ise gülmesini tutmaya çalışırken "Lan, bu iki gündür dikizlediğin çocuk değil mi?" diye devam etmişti.

Hiçbir şey söylemeden yatmaya devam ettim, böyle yaparak kahkahalara boğulan Kai'ı görmezden gelmeye çalışıyordum. Bu arada, kulaklıktan da dancing in the rain'in sözleri yankılanıyordu, başka yerlere odaklanacağım diye duyabilmiştim sonunda ne çaldığını. Kendi kendime duyduğum kısmı mırıldanırken el yordamıyla kalemlerin arasında duran telefonumu alıp şarkıyı kapattım.

"Susacak mısın?"

İfadesiz bir sesle konuştuktan sonra kafamı kaldırıp oturduğum yerde dikleştim ve kollarımı esnettim, otura otura her yerim ağrıyordu. Hâlâ gülen Kai'a dönüp yapmacık bir şekilde gülümsemiş ve dizinin arkasına hafifçe tekme atmıştım. Yüzünü buruşturup gülmeyi keserken söyleniyordu.

Vous avez atteint le dernier des chapitres publiés.

⏰ Dernière mise à jour : May 04, 2022 ⏰

Ajoutez cette histoire à votre Bibliothèque pour être informé des nouveaux chapitres !

505 || taegyu Où les histoires vivent. Découvrez maintenant