yirmi üç

2.5K 178 203
                                    

Puffy'e sarılırken uyuya kalmış ve gözyaşlarım yanağımda kurumuştu. Puffy, pembe ayıcığım ise ıpıslak olmuştu. Yaklaşık kaç saattir yatakta olduğumu bilmiyordum ama buraya geldiğimden beri ağlıyordum, yani Jaehyun'la olan şiddetli kavgamızdan sonra.

Herkes kalp kırıklığı ve ayrılık yaşardı değil mi? Ama benim kalbim gerçekten yanıyordu. Neden bu kadar yanıyordu ki? Hem neden hâlâ onu düşünüyordum ki? Ben çok aptal bir çocuktum.

Hem aptaldım hem de utangaçtım. Hiçbir iyi özelliğim yoktu, kafam çalışmazdı. Tanrı bana bunların hiçbirini bahşetmemişti ama güzellik vermişti. Bense bundan bugün ölesiye nefret etmiştim, Jaehyun sayesinde.

Ağlamaya devam ederken Puffy'e daha çok sarıldım. Hiçbir şeyin fayda ettiği yoktu. Benimle büyüyen pembe ayıcığım bile benim ona yaptığım gibi kalbimi bantlayıp, onaramıyordu.

Çalan telefonumla birlikte ekrana göz gezdirdim. Burnumu çektim ve bilinmeyen numarayı cevapladım.

"Taeyong benim Jaehyun," demesiyle kalbim tekledi. Kaşlarımı çatmış ve refleksle ayağa kalkmıştım. "Beni lütfen dinl..."

"Senden nefret ediyorum! Nefret!" yeniden küçük ağlak bir bebek gibi ağlamaya başlamıştım. "Kalbimi kıran o sözlerinden ve yaptığın davranışlardan nefret ediyorum!" dudaklarım titrerken ekledim.

"K-Keşke hiç tanışmasaydık..."

Telefonun diğer ucunda ses kesildi. Çıt bile çıkmıyordu artık. Son dediğimden sonra bense telefonu kapatmış ve dolabıma doğru fırlatmıştım. Göz yaşlarım durmak bilmezken kendime sarıldım. Onun beni sardığı gibi kendimi saramazdım ama denedim. Kendimi bir arada tutmaya çalıştım.

Sonra telefonuma ondan bir mesaj geldi.

jungjae

bu gece sana her şeyi anlatacağım

hiçbir şey atlamadan, dürüstçe

yeter ki beni içeri al yong

son bir kez sevgilim

bir daha seni rahatsız etmeyeceğim

bir daha asla seni görmeyeceğim söz




🎀



Uzun kollu bol tişörtümü değiştirecek vakit bulamadan zil çalmıştı. Ayaklarım üşüdüğü için uzun, bebek pembesi bir çorap giymiş ve dizlerime kadar çekmiştim. Altımda ise sadece pembe iç çamaşırım vardı.

Kapıyı araladığımda önümde ondan eser yoktu.

Onun yerine demet demet kırmızı gül vardı.

Kaşlarımı çattığımda güllere doğru eğildim. Her biri özenle seçilmişti ve yerleştirilmişti. Gördüğüm görüntüyü filmlerde bile rastlamamıştım.

Sonra siyah bir beanie ve parlak deri ceketli birisini gördüm.

Elinde ise kırmızı gül buketi tutuyordu.

Sonra konuşma cesaretini kendimde buldum birden. "Bana sadece her şeyi anlat ve... Git."

Arkamı dönüp içeri girdiğimde kalbim sıkışacaktı. Neden onu gördüğümde nefesim daralıyordu? Neden hâlâ bana bu hisleri yaşatıyordu? Neden karnım kasılıyordu, tanrı aşkına. Her zamanki gibi aynı gözüküyordu işte. Metal piercingli sağ kaşı, o yoğun kokusu ve simsiyah irisleri... Neden onu her gördüğümde böyle tepki veriyordum?

the shy boy // jaeyongWhere stories live. Discover now