HERKES ALDATIR

86 23 68
                                    

-HERKES ALDATIR-

Medley ile bakışıyordum. Neyse ki bu sefer onu beklerken bir tehlike ile karşı karşıya kalmamıştım.

''Bir dahakine daha hızlı ol, beni anlıyor musun?'' dediğimde yine kafasını onaylar bir şekilde oynattı, yerinde duramıyor, sürekli oyun oynamak istiyordu.

Yürümeye başladık. Yokuşu tırmanıyorduk. Yirmi metre kadar önümüzde ağaçlık bir alan başlıyordu ve ağaçların başladığı yer yokuşun sonu, yani düzlüktü. Elimdeki plastik topu yirmi metre uzağa, başlayan ağaç bolluğunun hemen önüne attım. Medley ise top daha elimden çıkmadan koşmaya başlamıştı. Ben de ağaçlık alana doğru yürüyor, ya da tırmanıyordum. Dostum topu ağzına almıştı ama, bana geri dönmek yerine önündeki ağaçlık alana kulaklarını dikleştirip, gözlerini dikerek bakıyordu. Havlamaya, hırıldanmaya başladığı an olanca gücümle dik yokuşu koşmaya, bunu yaparken de sırtıma taktığım Thompson 1928 model hafif taramalı tüfeği elime alıp, mermi haznesini kontrol etmeye çalışıyordum. Ayakkabı tabanlarım kaygan toprağa izini bırakıyor ve arada bir kayarak sendeliyor, yüz üstü düşecek gibi olur olmaz ayağa kalkıyordum.

Yokuşun sonuna geldiğimde henüz karşımda ne olduğunu tam olarak göremesem de tüfeğimi oraya doğrulttum ve durması için bağırdım. Karşımda kaba saba, kilolu ve gür sakallı bir adam vardı, maskesi ise tıpkı benimki gibi çenesinde asılıydı ve aramızda dört mesafe ya var ya yoktu.

''Maskeni tak!'' diye bağırdım ve bir kaç adım geri gittim. Medley'de benim gibi yaptı.

Adam alelacele maskesini takarken, bir eli yukarıda teslim işareti yapıyor ve gözleri bir silahımın namlusuna, bir benim gözlerime kayıyordu. Adam maskesini takarken ben de taktım, ondaki gaz maskesiydi.

''Taktığın beyaz maske seni korumaz.'' dedi kilolu adam.

''Beni tüfeğim ve mermileri koruyor.''

Tombul kolları hala havada duruyordu.

''Seni hiç bir şey havada dolaşan o virüsten korumaz, gaz maskesi hariç.'' dedi. Devam etti;

''Tüfeği indirirsen bir tanesini verebilirim.''

''Gerek yok, çok fazla konuşuyorsun. Nereye gittiğini söyle.''

Acaba arkadan arkadaşları geliyor mu diye merak ediyordum ve bu endişemi ona yansıtmamıştım, korktuğum halde onu korkutmayı amaçlamıştım.

''Şehre, aşağıya gidiyorum.'' Yutkunduğunu duydum.

''Neyden kaçıyorsun?'' dedim ona, tüfeğim hala üzerindeydi.

''Kimseden, orada bir şey olsa gitmemeni söylerdim.'' Maskesini indirdi.

''Maskeni tak!'' diye bağırdım, öksürmeye başladı.

Bir iki adım daha geri gittim.

''Hasta değilim. Bir şeyden kaçmıyorum. Sadece, yiyebilecek hiç bir şeyim yok, biraz yağma yapacaktım.''

''Devlet, Meydan'da erzak dağıtıyor.''

''İki ay önce o Meydan saldırıya uğradı, tüm görevliler öldü. İnsanlarda orayı talan etti.''

''Ben bir ay önce oradaydım, yalanını yakaladım.'' dedim. Şimdi biraz gülmüştüm korksun diye, sonradan ağzımdaki maskenin gülümsememi göstermediğini fark ettim.

''Oraya kadar gidemem. Sende bir şey varsa bana verebilirsin.'' dedi.

Mermilerin haznede olduğunu anlamak için tüfeği hafifçe salladım. Çıkan demir sesleri ile rahatlamıştım.

''Kaç aydır açsın?'' soruma tahmin ettiğim cevabı verirse, onu öldürecektim.

''Üç. Çok az şey yiyebildim.'' dedi ve bu tahmin ettiğim sayıya yakındı, o kadar açlığa bu kadar kilolu olamazdı.

Parmağım tetiğe gitmeden üç saniye kadar önce, kilolu adam ani hareketle kemerindeki tabancayı tutup bacağımı vurmuş, ben de bundan bir saniye sonra adamın gövdesinden başlayarak kafasına kadar beş mermi atmıştım...

Kuşların çığlığıyla önümdeki adam yere bir ağaç gibi, akan kanlarının üzerine devrilirken mevsimin bir kaç son yaprağını da kaldırmıştı, Medley ise bana bakıyordu.

James ve Kırk Sayfalı GünlükTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang