[Ruhumun esiri zincirler...]

113 12 4
                                    

Merhabalar.

Bu hikayeyi uzun süredir taslakta tutuyordum. Atıp atmamak arasında kararsızdım ve nedeni ise biraz şu krallıkları , klanları falan detaylı araştırmak istemem oldu. Gerçek karakterleri uyarlamadım tabi ki ama kronolojik sıralama olarak gerçeğe uyarlamaya çalıştım.

Anlattığım dönem kuzey - güney devletleri balhae ve silla'nın son dönemleri yıkılma zamanları yani. Tarih detayından çok karakterlerin yapacakları şey üzerinde duracağım ama bilgilendirmem daha iyi olacaktır.

Daha fazla uzatıp bölmek istemiyorum. Okudukça sizde bir sonuçlar çıkaracaksınızdır zaten.

Umarım beğendiğiniz bir kitap olur. Şimdiden çokça sevmeniz dileğiyle. Yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin lütfen. Keyifli okumalar 💜

~

Babam tarafından atılmış olduğum bu zindan köşesinde açlık , susuzluk ve soğukla sefalet çekiyordum. Bilmiyordum. Kaç zamandır buradaydım bilmiyordum. Gözlerimdeki siyah perdenin ardındaki gün ışığını bile en son kaç vakit önce görmüştüm onu da bilmiyorum. Sefaletim bedenimi esir almış çürümeye terk edilmiş peynir gibi küf kokusunun sarmaladığı zindan köşesinde çekiyordum.

Bedenim ; ruhumun , artık düşüncelerimin önüne geçmiş , çürümeye ve yok olmak için yüz tutmuş bir bekleyişteydi.

Beni buraya kapattıran babam tahttan çekilmiş ve abim seokjin'e tahtı devretmişti. Ne var ki o tahtı yönetecek güçte bile değildi. Aklı yerinde değildi , hastaydı kendisi. Lakin halkın abimin iyi yöneteceğini düşünerek kraldan istekte bulunmasıyla taht abime devredilmişti. Herkes gibi bende emindim ki sadece parmağına dolamak için abimi kral yaptılar. Çünkü neden kimse her dediğini yapacak , bir şeyleri kavrayamayacak zekada olan bir kralı istemesin? Fakat babam , benim onca uyarıma karşı sözlerimi önemsememiş hatta öyle ki beni "tahtta gözün var" vafsızla zindana attırmıştı.

Şu an silla ne durumda , krallık ne durumda , halk ne durumda bilmiyordum. Umarım halkta benim gibi sefalet çekmiyordur diye iç geçirdiğim vakitler oluyor lakin , eğer hâlâ tahtta abim varsa bu mümkün değildi. Öyleki toprak kayıpları bile yaşanmıştır.

Abimi sevmediğimden değildi bu sözlerim. Değer veriyordum kendisine hatta buraya düşmeden önce ona yardım bile ediyordum. İyileşmesi , kendine gelmesi , bir şekilde zekasını kazanması için çabalıyordum ancak nafile. Hekimlerin geçmeyecek ve doğuştan gelen bir zihin hastalığı teşhisiyle yardımlarım boşa gitmişti.

Tahtı yönetebilecek iki varisten başka variste yoktu. Geriye bir tek ben kalıyordum lakin halk beni sevmiyordu o vakitler. Şimdi ortaya çıksam yine sevmezlerdi. Çünkü biliyorum. Otoriter ve sözümü dinleten dikdatör biriydim. Tahta geçmediğim halde saray mensuplarına düzgün çalışmaları için emirler verirdim. Her şeyi aslında halkın refahı ve mutluluğu için yapardım. İç düzeni sağlayamazsak dışarısı karışırdı bunu biliyordum fakat halk görmezdi bunları. Sarayın içinde olan sarayda kalır...

Babam beni bu davranışlarımı ne kadar beğense de halktan toplanan nefret , sevgisinin önüne geçmişti. Bir nebze onunda aklına girip , babamın dediği gibi "tatta gözü var" diye adım çıkmıştı.

Belkide tanrının bahşettiği kaderim buydu. Sevilmeden yalnız başıma kokuşmuş zindan köşesinde ölüp gitmek. Trajedik bir sondu benim için. Veyahut hakettiğim bir sondu. Kim bilebilir tanrıdan başka.

Derken , demir kapının kilidinin açılma sesini işitmiştim. İki kişi olduğunu varsaydığım adamlar merdivenlerden inerken , her zamanki duyduğum adamın sesini duymuştum.

The lost king of silla • JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin