1.0 {kardaki sahipsiz ayak izleri}

49 9 30
                                    

Kar kristalleri, sudan oluşma etten bedene bürünmüş Azâzîl'in evlatlarının bitkin nefesini taşıyan yeryüzüne aheste aheste süzülüyordu.

Mevsim normallerinin altında seyreden sıcaklık herkesi şaşırtmış, kasım ayında, yıllardır hasat vermeyen kuru topraklı boş tarlaları beyaza boyamıştı.

Bütün hazinenin askeriyeye harcandığı bu zamanlarda kıt kanaat bile geçinemeyen halk, merkezdeki pazar yerine kurduğu ahşap stantları apar topar toplamış, at arabalarına yükleyerek tanrıya hayıflanmalar eşliğinde gerisin geri kasabaya dönmüştü.

İşte akşamın bu saatinde herkes merkezden dönmüş, evlerine çekilmiş, ceplerindeki dikiş tutmaz söküğü nasıl kapatacaklarını hane halkıyla tartışıyorlardı.

Yıllardır bitmek bilmeyen II. Dünya Savaşı'nın tesirinin sürdüğü küçük kasabanın vilayete uzanan taşlı, bozuk yolunda kasketini soğuktan kıpkırmızı olan minicik burnuna kadar çekmiş, yaklaşık bir yetmiş boylarındaki genç elleri cebinde tek başına adımlıyordu râhı.

Dik yokuşu elinde neredeyse bacak boyunu bile aşan iki koca bavulla tırmanmaya çalışıyordu. Hızla inip kalkan göğsü, havadaki kasaba sakinlerinin deyimiyle buz kıran soğukta bile terden alnına yapışan siyah saçları, incecik bir çizgiyi anımsatan dudaklarının arasından göğe yükselen sıcak buhar yürümekte ne kadar zorlandığının gözle görülür kanıtlarıydı.

"Hey, küçük!" diye bağırdı karanlığın arasından iri yarı bir adam.

Kasabanın şefi, bu yeni yabancıyı hemen fark etmiş kasabayı İngilizler'in veya Fransızlar'ın yağmalamasından korumak için hızlı adımlarla, elinde bir küçük sarı fener ışığıyla ona doğru yürümeye başlamıştı.

"Dur bakalım orada. Sen de kimsin?" Şef Edoardo elindeki ışığı gencin solgun yüzüne tuttu.

Şef Edoardo, kırklı yaşlarını yıllar önce geride bıraktığı için göz merceğini kaplayan katarakttan karşısındaki çocuğu bulanık görüyor, net göremediği halde sol elini şişkin bira göbeğinin altına götürmüş parmakları silahı her an yabancıya doğrultmaya hazır halde sabırsızca bekliyordu.

Küçük, karşısındakinin dilini anlamamanın verdiği panikle hızla başını sağa sola çevirdi.

"Adın ne senin? Cevap versene bana çocuk!"

Şef gittikçe sinirleniyor, silahı kavrayan parmakları saniyeler geçtikçe daha da kasılıyordu.

"Neler oluyor?"

Çiftçi Matteo, karların arasındaki hareketliliği fark etmiş, yokuşun tepesinde durmuş kısık gözlerle aşağıda neler olduğunu görmeye çalışıyordu.

Matteo elindeki tırmığı yere fırlattı yolun ortasında dikilmeyi bırakıp karın altında öylece duran iki gölgeye doğru koşmaya başladı.

Altı siyah lastikli yırtık ayakkabısı buzla kaplı yolda arada bir kaymasına sebep olsa da düşmeden yabancı tanrı misafirinin yanına ulaşabilmişti.

"Şefim..." dedi soluk soluğa. Dik yokuşun inişi bile sıska bedenini zorlamış olmalıydı. "Neler oluyor burada, bu yabancı da kimdir?"

"Tahminlerime göre Fransız askeri olmalı. Ne ismini söyler ne de tek bir kelime eder sadece aval aval etrafa bakar. Bu ufaklık muhakkak ki Fransız eri olmalı."

Çiftçi Matteo gergin olmasına rağmen gülümsedi. Kasaba Şefi Edoardo'nun bu denli dikkatsiz olması onu fena halde eğlendirmişti.

"Şefim iyi dersiniz de Fransızlar'ın gözleri kısık olmaz ki! Tanrı onları etrafı dikkatlice izlesin diye kocaman gözlerle yaratmıştır."

Edoarda "Gözleri mi?" diye mırıldandı ve karşısında soğuktan mıdır yoksa korkudan mıdır nedendir bilinmez sebepten titreyen çocuğun yüzüne, özellikle de gözlerine, dikkatle baktı. "Haklısın, bu çocuk Fransızlar'a benzemez."

Matteo acıklı bakışlarını küçük yabancının soğuğu engellemeyen, ıslak, yamalı, koyu lacivert pantolonunda dolaştırdı.

"Şefim bu biçareyi ne yapmalı? Dilimizi de anlamaz ki meramını çözelim. Benim vicdanım onu burada tek başına, kaderiyle yapayalnız bırakmaya, vicdanım el vermez."

Edoardo başındaki kasketi çıkartıp alnına yapışan saçlarını kaşıdı.

"Matteo eviniz kaç oda, kaç kişi yaşarsınız?"

"İki oda şefim, sadece ben ve karım Giorgia yaşıyoruz."

Edoardo tombul elini çocuğun omzuna koydu, ufaklık bu beklemediği hareketle irkildi, hafifçe; zayıflıktan belirgin kemiklerini okşadı.

"Bu çocuk artık sana emanettir. Giorgia ve sen, onu kendi evladınızmış gibi sevecek geceleri uyuması için kulağına Moon ninnisini fısıldayacaksınız."

Matteo üzerindeki babasından yadigar eski ceketi çıkarttı çocuğun küçük omuzlarına örttü."

"Ya ailesi varsa? O zaman n'apacağız şefim?"

"Saatten haberin var mıdır senin şaşkın? Küçücük çocuk hiç bu saatte elinde iki torbayla el topraklarına gönderilir mi? Yoktur bu biçarenin ailesi, varsa da tam şu andan sonra yoktur!"

Şef Edoardo yaşının da verdiği huysuzlukla oldukça sinirli bir adama dönüşmüştü. Son cümlesinden sonra ayağını öfkeyle toprak yola vurmuş henüz on yedi yaşındaki Jeon Jungkook'un korkuyla sıçramasına sebep olmuştu.

"Soğukta daha fazla beklemeyin, hadi artık evinize gidin efendiler yoksa felaket hasta olacaksınız bu bitmek bilmeyen illet savaş günlerinde."

Matteo heyecanla kafasını salladı, elini korkuyla etrafa bakan yabancının sırtına koydu.

"Yarın sabah dokuzda Kim Taehyung'un hasta kabul ocağında olun, o kesin bilir bu ufaklığın hangi topraklardan geldiğini."

Sıska çiftçi yine başını onaylarcasına salladı ve kanatlarının altında uçmayı bilmeyen fakat uçarken yaralanmış yavru bir kuşla zifiri karanlıkta evlerine doğru yürümeye başladı.

"Saremo una famiglia. Famiglia..."*

Çocuk başını sırtındaki elin sahibine çevirdi ve "Famiglia?" **diye fısıldadı.

"Saremo una piccola famiglia amorevole."*** dedi, dolu gözlerle kolunun altındaki çocuğu göğsüne bastırdı.

"Kim Taehyung çok bilgili, münasip bir doktordur. Coğrafya, sanat, matematik hatta tarih bilgisi bile çok yüksektir. Merak etme miniğim, yarın güneş tepeyi tırmanmayı bitirince kim olduğunu öğreneceğiz."

İki erkek buzlu yokuşu yavaş yavaş salınarak çıkıyordu. Şimdi karanlıktaki kar tanelerinin arasında saklanan fısıltılar dinmiş etrafta sadece karın küçük adımlarla ezilmesinden yayılan gıcırtılar yankılanıyordu.

 Vogogna, İtalya'nın batısındaki yeşilliklerle kaplı, merkezdeki karbondioksit öksüren fabrikalardan uzaktaki küçük bir kasabaydı.

Savaşın sınırında, edilmeyi bekleyen intiharların ucunda; aldatılmanın, cinayetin belki de şehvetin soğuk nefesindeki sadece küçük bir kasabaydı Vogogna.

*Saremo una famiglia. Famiglia...: Biz bir aile olacağız. Aile...

**Famiglia?: Aile?

***Saremo una piccola famiglia amorevole.: Sevgi dolu minik bir aile olacağız.


Has llegado al final de las partes publicadas.

⏰ Última actualización: Nov 20, 2021 ⏰

¡Añade esta historia a tu biblioteca para recibir notificaciones sobre nuevas partes!

crepuscolo | taekookDonde viven las historias. Descúbrelo ahora