11. Bölüm; "Sular Altındaki Krallık."

58 3 38
                                    

Öncelikle merhaba...

Çok kısa iki şey söyleyip sizi bölümle baş başa bırakacağım.

Birincisi artık bölümlere tarih eklemeye karar verdim. Arda'nın ağzından yazılan bölümlerle, Burçak'ın ağzından yazılan bölümlerin ne zaman olduğunu, o olayın hangi gün gerçekleştiğini anlayabilin diye. Çünkü orantılı ve bağlantılı gidiyorlar...

İkincisi de birine teşekkür etmek istiyorumBana ilham olan birine.

 O büyük ihtimalle bu satırlardan hiçbir zaman haberdar olamayacak ama olsun.

Kamptaki son günümü güzelleştirdiğin ve bana ilham olduğun için teşekkürler Doğu.

Belirttiğim yerlerde şarkıları lütfen açın. İlk şarkı yukarıda, medyada var.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

Aşağıda görüşmek üzere :')

Seviliyorsunuz!

ON BİRİNCİ BÖLÜM: "Sular Altındaki Krallık."

Louane, Si t'étais là

İzmir, 2016.

"Alo, Burçak indin mi uçaktan?" 

"İndim, indim merak etme." Ayağımla yerde daireler çizerken yanıtladım Rüzgâr'ı.

"Annem bize bekliyor Buğra'yla seni, haberin olsun, eve uğramada direkt bize geç istersen."

"Ben şu an sahildeyim Rüzgâr. Siz beni hiç beklemeyin, ne zaman gelirim bilmiyorum..."

"Bir şey mi oldu Burçak?"

"Gelince anlatsam, şu an pek iyi olduğum söylenemez."

"Anladım bir tanem... Dikkat et kendine, çok geç kalma."

"Merak etme."

Rüzgâr aramayı sonlandırdıktan sonra telefonu, beyaz, küçük boyundan asmalı çantamın içine atıp oturduğum banktan kalktım. Biraz dolaşsam iyi gelirdi belki.

Uzun süre sonra ilk defa bir seansta atak geçirmiş, bayılmış ve unutmuştum her şeyi. Yine, her zaman olduğu gibi...

İlk defa bu kadar yaklaştığımı hissetmiştim oysa ki; başarıyordum, zihnimdeki karanlıkla aramda bir adımlık mesafe kalmıştı sadece. Şimdi ise tekrar başladığım yere dönmüştüm, denizler girmişti unuttuklarımla arama.

Tüm yol boyunca ağladığımdan mı yoksa atak geçirdiğimden midir, başımda iğrenç bir ağrı vardı. Ve içtiğim ağrı kesici haplara rağmen geçmek bilmiyordu. İşte bu da hastalıklı zihnimin bana çektirdiği başka bir cezaydı.

Filmlerdeki, hikayelerdeki lanetlenmiş prenseslere benzetiyordum kendimi. Onlara bahşedilmiş güzel bir hayat, herkesin hayran kaldığı sarayları, güzel bir surat ve göz kamaştıran kıyafetler... İnsanların özendiği bir hayat... Nereden bilebilirlerdi ki prensesin her gece kendine ettiği, önüne geçemediği eziyetleri. Nereden bileceklerdi ki prenses bile kendini bilmez, tanımazken... Bilemezlerdi ki kara büyüyle lanetlendiğini.

YİNE YAZI BEKLERİZWhere stories live. Discover now