The end of the line

50 9 6
                                    



Bu konuda gerçekten hiç iyi değildi.

"Namjoon.. lütfen. Bu konuda harikasın, bana tekrar dokun."

Fakat jimin ona her zaman insanüstü olduğunu hissettirirdi.

Ellerini iki yana açmışken, saten tene doğru kayarak Jimin'i açgözlülükle izliyordu.

"Tanrım, bana ne yapıyorsun?"

Bazen jimin'in ne anlama geldiğini bilmiyordu çünkü tek yaptığı, kesilmek için istekli bir kuzu yemekti ama o jimin'in kuzu olmadığını biliyordu.

Çok çabuk çoğul hale dönüşen bir tat için ne kadar zayıf olduğunu seviyordu, ve şimdi varlığını ağzında, ellerinde, hızla çarpan kalp atışlarına karşı Jimin özlemi içinde yaşıyordu.

Jimin'den özlemini alıyor, alıyor ve alıyordu ama yine de dizginsiz sınırsız bir arzulamayla her gün kendini kaybediyormuş gibi hisseden o'ydu.

Çıplak vücut çıplak vücutlar, eşit seviyede olmalılar ama hayır, jimin bir kaide üzerindeydi ve altı fit altındaydı.

"Joonie, neredesin? Dünya'ya geri dön."

Utanmaktan çok mağlup olarak başını öne eğmişti, jimin'in sırtına çıkmasına izin vermişti ve teslim olmuş sayılırdı. Çünkü içgüdüsel olarak istediğini inkar etmenin faydasız olduğunu biliyordu.

itaat etmek.

"Bunu yine çok fazla düşünüyorsun. Şimdilik buradayım, değil mi?"

Şimdilik, diye düşündü. Sonsuza kadar sürmeyecekti.  kesinlikle, sonsuza kadar burada olamayacaktı.

Jimin'in yüzündeki çizgilerin izini sürüyordu, parmağının ucu jimin'in mantıksız güzellikteki çizgilerini takip ediyor, burnunun ucundan çenesinin keskin çizgisine, yanaklarının dolgunluğundan yumuşak dolgun dudaklarına kadar devam etti.

Jimin Namjoon'un iz sürme şekline gülümsediğine, o paramparça olmuştu.

Parmağı Jimin'in sıcak ağzında kayboluyorken, jimin'in kendisini şımartmasına izin veriyordu, dili parmağının etrafında dönüyor, dudakları yumuşakça etrafına dolanıyor, o gözler o anda kapanırken kirpikleri yelpazeleniyordu.

O kadar aşıktı ki yere çarpmaktan ve çarpışmanın hızından toza dönüşmekten korkuyordu.

"Beni sev."

Başını salladı bunu hiç yapmamış mıydı? hiç durmuş muydu?

Jimin açık, isteksiz vücuduna o kadar mükemmel bir şekilde uyuyordu ki, bedenlerinin buluşmaları... birbirlerine ait olmaları gerektiğine inanmaya başlıyordu.

Jimin onun için o kadar umutsuzca sızlanıyordu ki, kafasını jimin'in kafasının yanına gömdü, aniden gülünç bir tutkuya kapıldı ve jimin'in yüzünü görmek sadece içini daha da kötüleştirdi.

Sırtı çiziklerle kaplanmış gibi hissediyordu ve muhtemelen de öyle olmuştu. Eğer bu onu bir gün daha yanında tutacaksa, Jimin için her gün kan kaybetmeye değerdi.

"joonie. bana bak. lütfen. joonie."

Jimin'in sesi kesik kesik vuruşlar sayesinde, bozuk bir ritim gibi, doğru türde bir işkenceydi ve evrenini narin ellerinin avuçlarında tutan adamla düzgün bir şekilde göz teması kurmak için başını kaldırmıştı.

"seni seviyorum. çok fazla. sen de beni seviyorsun değil mi?"

aptalca gözyaşları içinde başını salladı, ama ağızları buluşana ve kendini daha derine, daha yakına itene kadar tek kelime etmeden başını salladı çünkü jimin'le birlikteyken her an önemliydi ve jimin'i iyi hissettirmek, onu en iyi şekilde ağlatmak istiyordu, sanki o gözyaşları ,onun jimin için öneminin kanıtıymış gibi.

jimin'in elleri yüzünü tuttuğunda ve alnını jimin'in alnına bastırdığında, jimin'in onu okşamasına ve dudaklarına fısıldamasına izin verdiğinde o kadar yakındı ki inanmaya.. cesaret edememişti çünkü kalbi, vücudunun girintilerine gömülü jimin'in ağırlığını zar zor kaldırabiliyordu. zihni, tıka basa dolu ruhuna yuvalanmıştı.

"beni sevdiğini söyle joonie. lütfen. seni duymama izin ver. lütfen."

Jimin'i zaten elinde tutamayacakken, sözlerinin ne tür bir ağırlığı var? Her sabah ve akşam pencereden jimin'i ne kadar çok sevdiğini bağırsa ne fark ederdi? Dizlerinin üstüne çöküp jimin'e boşuna kalması için yalvarırsa, sözlerinin ne değeri olurdu ki?

yine de gerçeği jimin'in kulağına fısıldıyordu, o kadar yumuşak bir şekilde söylediğin de kendi sesini de duymuştu.

Jimin'in sıcak vücudunu terli avuçlarıyla tutuyor, kıvrak formunh elinden geldiğince dikkatli bir şekilde sabitliyor, böylece herhangi bir deriyi ezmiyor veya parçalamıyordu, jimin'in doruğa ulaştığını hissederken onu yakın tutuyordu.

"seninle ilgilenmeme izin ver. joonie. Sana bakmak istiyorum."

tutuşunu bıraktı, böylece jimin çıplak vücudunu aşağı doğru kaymıştı.

jimin'in elini avuç içine kendi elinin üzerine kaydırdığını hissettiğinde dudağını ısırmıştı.

z kapakları olan kapkara tuvalde yıldızlar patla.

jimin'in gözyaşlarını öpmesine izin verdi, jimin'in bir çocuk gibi ağlarken onu tutmasına izin veriyordu, jimin'in uyuyana kadar başını göğsüne yaslamasına izin verdi.

...

"bir şey söyle. lütfen. joonie."

"Ne diyeceğimi bilmiyorum."

"bana bir hikaye anlat. iyi sonla biten bir hikaye olsun."

"Anlatacak hikayem yok."

"Bunu kolaylaştırmıyorsun. lütfen, joonie."

"Bu konuda hiçbir şey kolay değil."

"seni seviyorum, kaç sefer-"

"Yanımda kal."

"yapamayacağımı biliyorsun."

"Anlıyorum."

"joonie."

"git o zaman."

"lütfen-"

"Onu bekletme."

Sesinin soğuk gelmesinden nefret ediyordu ama bu sözler hesaplı bir şekilde uygun bir yanıt hazırlayamadan ağzından çıkmıştı. ine de, belki de bir parçası anlatılmamış gerçeğin aralarındaki havayı kesmesinden zevk alıyordu.

sessizlik, atmosferi yakan mutlak ürkütücü sürtünme olmadan anlamlı olamayacak kadar uzun süredir devam eden konuşulmamış kalp kırıklığı ile ağırdı.

jimin'in usulca hıçkırdığını duydu istese de buna karşı koyamazdı, bu yüzden kollarını jimin'in fiziksel olarak güçlü vücudunun kırılganlığına sararak onu göğsüne tuttu.

"Üzgünüm, sana kendimi veremem."

elini jimin'in saçlarından geçirerek şakağını öptü.

"Biliyorum. ağlama bebeğim."

"ama hala seni istiyorum."

"bana sahipsin. her zaman bana sahip olacaksın."

...

jimin'in saçları papatya çayı gibi kokuyordu ve endişelenmeye başladığı zaman bu koku onu sakinleştirirdi.

jimin burada değildi ama onun kokusu havasız dairede her yerdeydi ve yüzünü yastığa bastırdı, dakikalar önce geçirdikleri zamanın hayaletini içine çekmek için derin nefesler alıyordu.

en sevdiği hissin anısına uykuya daldı - jimin'in elleriyle.





-Son

Singularity [MinJoon] Where stories live. Discover now