Sükut altındır

1.1K 94 22
                                    

"Beni eve bırakmana gerek yoktu" orada onun yanında yürümeme rağmen aklım tamamen başka bir yerdeydi. Hiç olmaması gereken bir yerde.

"Tabii ki gerek vardı" dedim zoraki gülümseyerek.

"Ayrıca özür dilerim cidden" ara ara bana attığı bakışlardan aslında ne kadar kırıldığını anlayabiliyordum. Onunla dalga geçtiğimi falan sanmıştı sanırım. Durduk yere buluşmak isteyip sonra buluşmayı iptal etmek durumunda kalmıştım.

"Önemli değil dedim ya Can" ama aslında önemli olduğunu tahmin ediyordum.

"Teşekkür ederim"

"Burası" dedi. Önünde durduğumuz büyük eve baktım. Nasıl veda etmem gerektiğini bilmeden huzursuzca kıpırdanırken, boynuma sarıldı.

"Beni her zaman arayabilirsin" tam o sırada şükür ki telefonum çalmıştı, yoksa Ezgi'nin boynuma dolanmış kollarından nasıl kurtulacağımı bir an için bilemedim.

Kısa bir vedalaşmadan sora hızlı adımlarla gerisin geri yürümeye başladım. Dayım beni bekliyordu. Attığı lokasyonu açıp köşe başından bir taksi durdurdum. Aklım karma karışıktı. Acaba babasının gelmesiyle alakası var mıydı? Acaba doğru olan ona tüm hikayeyi baştan sona anlatmam mı olacaktı? Bu düşünceler beynimde dönüp dururken taksiye adresi verdim. Arkama yine huzursuzca yaslanıp varış noktasına kadar dalgın gözlerle camdan dışarıyı izledim.





"Bir şey içer misin?"

"Bira?" dayım gülerek gözlerini devirdi. Ama yine de garsonu çağırıp bana bir bira söyledi. Normalde olsa asla kabul etmeyeceğini biliyordum. Ne de olsa henüz reşit sayılmazdım. Ama sanırım suratımdaki ifade ne derece boka baktığımı güzel temsil ediyordu. Acıdı bana.

"Biraz baktım verdiğin isimlere. Babası doktor. Hem de çok ünlü bir doktor. Hastaneyi buldum Can" kafamı salladım. Kalbim gümbür gümbür atıyordu.

"Adam tam bir pislik ayrıca. Bir kaç hastanın üzerine açtığı davalar falan var. Onlara da ulaştım. Ama hastane iyi para ödemiş. Büyük ihtimal kendi isimlerini temizlemek için. Ben yine de bir tanesiyle anlaşmaya gittim"

"Nasıl ikna ettin?" aslında bu sorunun cevabını duymak istemiyordum. Ama sormaktan da kendimi alamadım.

Gülümsedi.

"Bana hikayenin tamamını anlatmak ister misin? Bu Burak'la tam olarak sorun ne?" gözlerimi kucağıma çevirdim. Ulan ne diyecektim yüz yıllık dayıma? Şey dayıcım, ben kelimenin tam manasıyla erkeklerden hoşlanıyorum. Homo yani. O yüzden de...

Alt dudağımı dişlerken o masaya doğru yaklaştı.

"Can?"

Tereddütle gözlerimi gözlerine çevirdim. Suratıma anlayışla bakıyordu. Eskisi gibi. En güvendiğim o ifadesi boğazıma sıralanan kelimelerin daha rahat bir şekilde dökülmesine neden oldu.

"Benimle ilgili" dedim. Sesim öyle kısıktı ki, ben bile kendimi duyamıyordum. Ama düzeltmedi beni. Veya daha yüksek sesle konuşmam için uyarmadı.

"Benden nefret edeceksin dayı"

Kafasını iki yana sallayıp, devam etmem için işaret etti.

"Ben-" dişlediğim alt dudağımdan ağzımın içine yayılan kan tadıyla biraz daha dikleşmeye çalıştım oturduğum plastik sandalyede. Yan masalardaki insanlara kesik bakışlar atarak, kimsenin bizi dinlemediğinden emin oldum ilk önce. Sonra masaya doğru eğilip, önünde birleştirdiğim ellerime diktim gözlerimi. En azından benim gay olduğum öğrendiği andaki ilk tiksinti ifadesini görmek istemiyordum.

NefretWhere stories live. Discover now