Tek Bölüm

58 10 10
                                    

İki genç adam akşam güneşinin yaktığı toprak yolda dalgın adımlarla yürüyordu. Kısa kısa mırıltılarla yaptıkları konuşmalar yolu çevreleyen uzun sazların arasında ötüşen kurbağaların ve cırcır böceklerinin seslerine karışıyordu. Çok geçmeden güneş bulutların ardına saklandı ve yerini alan serin sonbahar meltemi sazları bir o yana bir bu yana sallayıp iki genç adamın konuşması dışında tüm sesleri susturdu.

"Bu arada... bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim Ed. Cidden. Senden başka kimsem kalmadı."

Konuşan bu sarışın, sevimli mi sevimli genç adam John'dan başkası değildi. Sırtında eski püskü, ağzına kadar dolu bir deri çanta taşıyordu, başındaki şapkayı gözlerinin altını karalamış uykusuzluğunu örtmek için iyice aşağıya indirmişti. "Ed" diye dostça seslendiği kişi ise Lonca'dan geriye kalan tek dostu Edgar'dı. Edgar uzun zamandır kimse tarafından davet almadığından, ve bundan sonra da almayacağını bildiğinden, arkadaşının daveti üzerine son derece özenle giyinmişti. Kendisine teşekkür edildiğini duyunca belli belirsiz gülümsedi ve gözlerinin üzerine düşen perçemlerini hafifçe üfledi.

"Ne demek! Beni her zaman arayabileceğini biliyorsun. Ne de olsa aynı kaderi paylaşan iki yoldaşız. Sana yardım etmeyeceğim de kime edeceğim? Şu kıymet bilmez dedektif bozuntusuna mı? Hah! Rüyasında görür!"

John, Edgar'ın bahsettiği kişiyle arasından su sızmadığını bildiğinden bu ima dolu cümlelerine kıkır kıkır güldü. "Bir gün onu da getir...", "Neden olmasın..." şeklinde devam eden muhabbet rüzgarla birlikte sazların arasına kaçarken iki adamın birlikte ilerledikleri yol çok geçmeden küçük bir bahçesi olan iki katlı, beyaz boyalı bir eve çıktı. Bu beyaz boyalı ev John'un kendini bildi bileli kurduğu tek hayaliydi. Ne zaman Lonca'nın deli saçması emirleri ve görevleri altında ezilecek gibi olsa kendini beyaz boyalı bir evin bahçesinde, sevdiğiyle birlikte oturup çayını yudumlarken hayal eder ve bu, dayanması için onu bir nebze daha ayakta tutardı. Ve nihayetinde bu çabalar meyvesini vermişti. Sonunda hayallerindeki eve kavuşmuştu. Ancak ne yazık ki bu hayal, geç kalınmış yarım yamalak bir hedeften öteye geçememişti.

Çünkü artık sevdiği yanında değildi.

Poe bahçeden içeriye adımını atarken bir köşede yan yana dizilmiş saksıların içinde çeşit çeşit çiçekler gördü. Çiçekler capcanlı ve hayat doluydu. Bahçenin diğer köşesinde ise bu manzaraya tamamen tezat, toprağa ekili, çürümeye yüz tutmuş domatesler ve biberler bulunuyordu. Boyunlarını bükmüş dallarından sarkan çürük domateslerin etrafını böcekler sarmıştı, toprak rutubet ve küf kokuyordu. Edgar eliyle burnunu örtüp başını çevirdi.

"Dostum... Eski formunu mu kaybettin yoksa sadece üşengeçlik mi ediyorsun?"

John göz ucuyla çürümüş domateslere bakıp omuz silkti. Edgar bir sebepten dolayı John'un yeteneğini kullanmaktan çekindiğini düşündüğünden bu konuyu konuşmakta üsteledi.

"Hiç senlik değil-"

"Benden önceki ev sahiplerinin işi olsa gerek. Bir ara ilgileneceğim." John sert bir ses tonuyla adamın sözünü kesti. Şapkanın altından belirsiz bir karanlıkla bakan gözleri Edgar'ın şüphe içinde düşüncelere dalmasına sebep oldu.

İki adam eski Hollanda tarzı giriş kapısından içeriye girdiler. İki kişi için döşenmiş olduğu aşikar evin duvarları, yeniden resmedilmiş ünlü sanat eserleri ve oymalı pirinç şamdanlarla süslüydü. Usul usul yanan şöminenin ışığı ve şamdanlarda titreşen mumların ışığı dışında içeriyi aydınlatan tek bir ışık kaynağı yoktu. Odanın içinden, bir yerlerde bir saat olduğuna dair tıkırtılar işitiliyordu fakat bu garip tıkırtının nereden geldiği anlaşılamıyordu. Pencere kenarına iliştirilmiş fiskos sehpasının üzerinde kullanılmış iki çay fincanı, minderin üzerine bırakılmış birbirinin tıpatıp aynı iki kitap, bir çift battaniye... Edgar endişeyle iç geçirip fincanları sehpanın üzerinden hışımla kaçıran arkadaşını süzerken tüm bu garip davranışlarının sebebini anında çözüverdi.

ZiyaretçiWhere stories live. Discover now