0.1 ☘

79 20 84
                                    

"Rol"

"Benim hiç bebeğim olmadı," dedi kız fısıldayarak. Gözleri dolmuştu ama gülümsüyordu. Başını kaldırıp ona soran gözlerle bakan arkadaşını cevapladı. "Hiç olmadı ki," diye tekrarladı bu sefer onun duyabileceği bir ses tonuyla. Arkadaşı ilk kaşlarını çattı ardından güldü. Yalan söylediğini, onunla eğlendiğini düşünüyordu. "Şaka yapma Zerya çocuk değilim," çocuktu. Karşısındakini anlayamayacak kadar çocuktu.

Kız gülümsedi. Acının mı yoksa umudun mu gülümsemesiydi bu bilmiyordu. "Şaka yaptım tabi. Çok bebeğim oldu benim çok," arkadaşı biliyordum dercesine gülerken kız yalan söylediği için üzgündü. Onu kurtaran annesinin sesiydi. Kurtarıyor muydu? Aslında hayır. Kız, arkadaşına iyi akşamlar dileyip evine koştu. Tedirgindi ama gitmek de zorundaydı.

Ayakları geriye gitmek istese de o bir umut deyip bahçenin açık kapısından içeriye girdi. Koşar adımlarla merdivenlerden çıktı. Ayakkabılarını hemen yerine koyup kapıyı kapattı. Üstünü değiştirmek için odasına girdiğinde hemen ardından annesi gelmişti. "Üstüne güzel bir şeyler giy ve hemen salona gel. Misafirlerimiz var," kız başını sallayıp annesini onayladıktan sonra kadın odadan çıktı.

Üstünü güzelce değiştirip saçlarını topladıktan ve yüzüne renk verdikten sonra odasından çıkıp salona doğru ilerledi. Normal de misafirlerin geldiğini öğrenince çok heyecanlanan kız bu sefer farklıydı. Neden bilmiyordu, fazlasıyla tedirgindi. Tırnaklarını avuç içlerine bastırmış sakinleşmeye çalışıyordu fakat nafileydi. Salona girdiğinde hiç tanımadığı, görmediği bir aile karşıladı onu. Kız onları incelerken sessizliği bozan babası oldu. "Kızımız da geldi dünürüm. Eti sizin," dediğinde kızın bakışları babasını buldu. Babası gülümseyerek cümlesini tamamladı. "Kemiği de."

🪐🪐

Zerya kahvaltıyı hazırlarken 3 yıl önce bugün yaşadıkları aklına düştüğünde hafifçe gülümsedi. Şimdi biliyordu bu gülümsemenin acıya ait olduğunu. Masallar da okuduğu gibi bir aşk yaşayacağını düşünmüştü hep. Beyaz atlı prensin onu bulup saraylarına götüreceğine ve sonsuza kadar mutlu olacaklarına inanmıştı. Olmamıştı.

Bu sefer de zorla evlendirildiği adamdan beklemişti sevgiyi. Belki demişti, belki hikayelerde ki gibi olur. O beni, ben onu sonradan severim. O yaptıklarından pişman olur ben affederim. Mutlu oluruz, hem de sonsuza kadar demişti. Bu da olmamıştı. Zaten ailesinden görmediği sevgiyi başkasından beklemek de saçmaydı. Zerya sevgiye muhtaçtı.

Ne adam pişman olup kızı sevmişti ne de kız affedecek kadar aşık olmuştu. Nefretten doğan bir aşk da olmayacaktı. Adamın yaptıkları affedilmeyecekti. Adam pişman olacak mıydı? İnsafa gelirse. Kız kurtulacak mıydı? Bir mucize olursa. Bundan sonrası kadere kalmıştı. O, kim kaderine ne yazarsa onu yaşamakla hükümlüydü.

Zerya son tabakları da masaya koyduğun da Selim mutfağa girdi. Zerya ayak seslerinin sahibine döndüğün de alışık olduğu asık surat ile karşılaştı. "Günaydın. Kahvaltın hazır," deyip yanından geçip mutfaktan çıktı. Çıkması ile adını duyması bir oldu. "ZERYA!" Selim sinirle bağırırken Zerya sabır dileyip tekrar mutfağa girdi. Selim'in çatık kaşları ile karşılaştı.

"Nereye gidiyorsun? Otur şuraya kahvaltı edeceğiz," Zerya itiraz etmek istediğinde Selim karşısındaki sandalyeyi gösterdi. Başını sallayıp kendine bir bardak çay alıp tabak hazırladı ve Selim'in gösterdiği sandalyeye geçip oturdu. Çayından yudumlarken Selim'in cümlesi ile duraksadı. "Bugün benimle gelmek ister misin?" Zerya'nın kaşları havaya kalkarken çay bardağını masaya koydu. Eşzamanlı olarak, bakışları Selim'e kaydı. "Amacın ne?" Diye sordu gevelemeden.

MAVİ Where stories live. Discover now