the rescues: A Little ForgivenessFormula 1, yaklaşık bir saati kapsayan bol gerilim, tırnak kemirme, ter dökme, kaş çatma ve yüreğin bir saatliğine dilin üstüne yerleşim kurduğu deli ve dolu bir yarıştır. Bir tek bana mı öyle geliyordu bilmiyorum fakat insanlığın var olduğu günden beri Formula yarışları da varmış gibi hissetmenin ipini kesemiyordum. Bir şekilde evden çıkarken, eve gelirken, kahvaltıya inerken, akşam yemeğinde konuşurken, arkadaşlarımı eve çağırırken televizyon daima açık oluyor ve dört kareli ekranda hep bu yarışlar oluyordu. Yazın karpuz yenilir, kahvaltıda çay olur, sınava son gün çalışılır, üç kişilik arkadaş gruplarında hep bir arıza çıkardı. İşte, Formula yarışları da bu geleneğin içinde kendine bir şekilde ufacık bir yer ayırmayı başarmıştı, hangi ara ve nasıl başardığını ben de bilmiyordum. Televizyonda ne zaman Formula 1 yarışlarına denk gelsem, her şey yolunda olurdu. Hayat devam ediyor, yatıp kalkıyoruz, kimse darbelenmedi, kimsenin nehrine koca bir taş yuvarlanmadı misali. Uzun süredir televizyonda Formula yarışlarına rastlamadığımı birkaç dakika önce fark ettim.
Hayat devam ediyordu, hiçbir şey yolunda değildi, yatıp kalkıyordum ve darbelenmiştim.
İzleyen herken Formula yarışlarının bir saat sürdüğünü bilirdi ama kazanmak saliselere bağlıydı; bunu da izleyen herkes bilir ama doğrusu aldırış etmezlerdi. Bu zamana kadar bir saatlik yarışın saliselere bağlı sonuçlanması bende hiç ekşi bir his bırakmamıştı. Doğrusu pek iplemezdim. Ben koltuğumda yayıla yayıla uzanır, babamla yarışın kritiğini döndürür, sonra hem onu hem annemi hem de kendimi sinir edecek bir şekilde sakız çiğnerdim.
Bir saatlik yarışın saliselere bağlı sonuçlanmasına afilli edebi laflar saydırmayacağım. Demek istediğim şu, bazen kendimi bir saatlik Formula yarışlarının içinde hissediyorum ve hep yeniliyorum.
Bazen kendimden nefret ediyorum. Elimde olsa tırnaklarımla zihnimi yerinden söküp çıkaracağım, işte öyle bir nefret. Kafamın içinden geçenlerden, sürekli düşünmekten ve yanlış yapmaktan, yanlış olmaktan nefret ediyorum. Beni kurtaracak bir iki doğrum var ama onlar da dört yanlış bir doğruyu götürür mantığına kurban gidiyor. Hayalini kurduğum gibi biri değilim. Aslında bunu biliyordum ama hiç kabullenmemiştim. Dün gece kabullendim ya da kabullendiğimi sanıyorum. Kusurlarına gözünü kırpmadan bakmak ve beraber yaşayacağız demek kolay değil, aynaya baktığımda hala gözlerimi kaçırıyorum ama Chanyeol dün gece bunu, kusurlarımı görmemi sağladı.
Çatal yürek, ilk intiharını kendi denizinde gerçekleştirmiş deniz kazası, yüzüme doğru hiç acımadan tek tek batırdığı iğneleriyle bunu görmemi sağladı. Merak etmeyin, ağır bir darbeydi ama kurtuldum; yaşıyorum fakat kendi denizimin yüzeyinde nasıl kulaç atarım, hala bilmiyorum.
"Beni korkutuyorsun," dedi sessizce Junmyeon. Böyle bir şeyi sessizce söylemesi beni bile korkuttu. Yıkamaya gönderildiği için inceleyecek bir halı desenim olmadığından, saatlerce parkelere bakmaktan yorulduğumu fark ederek başımı kalırdım. Junmyeon, ravenclaw hanesinin delidolu yüreği, spartanın çocuk kalbi, dünya dönmeyi bıraksa da sevdası hiç acıtmayan Kim Junmyeon kıvır kıvır saçlarını kestirmiş. Artist, mezara değil de pazara gidiyormuşuz gibi bir de geriye doğru taramış. Kahve saçları güneşin altında nasıl parlıyor ama nasıl, annem görse cinnet geçirir, iyi ki burada değil. Spartanın çocuk kalbi kıvır kıvır olan saçlarını kestirip, spartanın acımasız seri katiline dönmüş bir halde yüzüme bön bön bakarken iç çektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kapıyı açık bırakanlar kulübü
Fanfiction"eve dönüyorsan, eve dönüş yolunu unuttuysan, çıkmaz sokaktaysan veya çıkmaz sokaklardan kurtulduysan, her neredeysen ve her nereye gidiyorsan"