2. Zümrüt Yapraklı Çınar Ağacı

20 5 2
                                    

Yeni bir gün, ve her geçen gün daha da azalan umutlar. Bir gün öncesinin aksine gökyüzünü kaplamış dolu bulutlar sığınacak birini arıyor gibiydi. Dertlerini dökmek mi istiyorlardı; yoksa derdini paylaşmak isteyen birini bulmak mı? Bunu hiç kimse bilemez...

Serum aletinin ince fitilinden akan sıvı genç kızın damarlarında akan kana karışıyor, buna rağmen hiçbir fayda göstermiyordu. Derin bir uykuya dalması gerekirdi, o ise bir kabustan uyanmaya çalışıyordu...

Her şeye rağmen, kabusları bile seviyordu; her ne kadar nefretle baksalar bile, unutmaktan korktuğu mavi gözleri görme şansı vardı.

Bu gün bir hafta beş gün oluyordu...

Ama hüznü azalmak yerine artıyor, gitgide daha tehlikeli bir hâl alıyordu. 

'Zamanında müdahale edilmezse, kendisine zarar vermeye dahi kalkabilir...' 

Bu kadar kolay olmamalıydı zaten, 'seni asla bırakmayacağım' diyen birinin ardında tozu bile kalmamışken, kendisine ait her şeyi aklında tutan bu kız bu kadar kolay atlatamazdı bir ölümü...

Nasıl da nefretle bakıyorlardı şimdi, hayal olan bu bir çift mavi göz, oysa 'seni hep seveceğim' diye fısıldamıştı şeftali rengi dudaklar. 

Belki de bu yüzdendi unutamayışı, hep dediğinin aksini yapmıştı ya, hazmedemiyordu belki de... Gerçekten, neden ona inanmıştı ki, şefkatle baktığı için mi, ya da küçük kalbini bir kuş misali çırpınmaya sevk ettiği için mi? Belki de o an öyle gelmişti içinden Zümrüt'ün. Bir kez olsun birisine inanmak, koşulsuz güvenmek ve güvenilmek istemişti. Kısacası sevilmek hoşuna gitmişti belki de...

Pencerenin dışındaki hayat esip coşarken, odanın içinde hüküm süren hayatsızlık bağımsızlığını ilan etmişti sanki...

İç içe evrenler gibi miydi yoksa; çünkü odanın içinden ziyade Zümrüt'ün de kendi dünyası vardı artık. Bir türlü kurtulamadığı. Aynı zamanda kurtulmak istemediği. 

'Beni eve götür Çınar...' akan gözyaşlarına tezat kupkuru dudakları titremeye başlamıştı bile. Yastığına dağılan açık kumral saçları dahi hasretti Çınar'ın dokunuşlarına.

Büsbütün bir Zümrüt vardı ona hasret olan, gözleri ile, saçları ile, teni ile, kulakları ile, burnu ile ve dudakları ile de... Bilseydi eğer, Zümrüt'ün ölümü bekleyecek kadar hastalanacağını, özlemden yataklara düşeceğini, gider miydi yine de? Gitmezdi... En azından Zümrüt öyle umut ediyordu.

Odaya seri adımlarla giren beyaz giyimli hemşire genç kızın yaşamını damarlarına akıtan serum aparatını kurcaladı bir süre. Sonra da hiç bir şey olmamış gibi geri çıktı.

Kapının kapanma sesinden tehlikenin gittiğini anlayan Zümrüt gözlerini aralayıp bir süre etrafa boş boş baktı. Son on dakikadır hemşirenin gelmesini bekliyordu. O gittikten sonra ise yaklaşık olarak iki saat zamanı olacaktı.

Bu denemeler devam ettikçe hastanede kalmaya devam edeceğini gayet iyi biliyordu aslında. Ama söz vermişti kendine. Bu sefer de başarısız olursa bekleyecekti. Taburcu olmayı bekleyecekti ve sonra yine deneyecekti. Ne zaman ve nasıl gideceği bile belliydi. Ama bugün son kez o denizi görmek istiyordu. Sadece görmek, daha fazlası değil...

Sarsak adımlarla yatağından kalkıp penceresine doğru yürümeye başladı. Önce sessizce camı açtı. Birkaç saniye rüzgarın yüzüne temas etmesine izin verdi. Yüzüne üfürüp geçen fısıltılar camın çok yakınındaki çınar ağacındanmış gibi geliyordu şimdi.

Kim bilir, belki de ona bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Ne demek istediğini hala çözemese bile, dinliyordu hep. 

"Zümrüt..." genç kız yeşil gözlerini kırpıştırıp kulağına ilişen zayıf sese odaklandı. Hayır, bu çok gerçekçiydi, hayal olamazdı.

"Seni hep seveceğim, Zümrüt... Yemin ederim..." 

"Sevmedin... Beni hep sevmedin Çınar... Bana nasıl baktığını hatırlıyorum..." gül kurusu dudakların arasından sızan küçük nefesler bir anda hıçkırığa dönüşürken sessiz sessiz fısıldamaya devam etti Zümrüt.

"Ama ben hala her sabah uyandığımda senin fotoğrafına muhtacım. Ama ben hala senin deniz rengi gözlerine muhtacım, 'Zümrüt' diyen sesine hasretim Çınar... Bana bunu neden yaptın... Madem gidecektin, neden geldin?"

Ayakları zayıf ve güçsüz bedenini taşımakta zorluk çekince, dizlerinin üzerine yere yığıldı önce, sonra avuç içleri kapladı solgun yüzünü. İçinden hala konuşmaya devam ediyordu ancak sesli fısıltılara nefesi yetmezmiş gibiydi.

Derin derin nefesler almaya başlayıp elini hemen yanındaki sandalyeye uzattı. Tutunarak dizlerinin üzerine kalktı önce. Daha sonra sesli nefeslerini inlemeye çeviren bir düşüşe maruz kaldı. Kafasını pencerenin kenarına çarpınca geri kalan aklı da bedenini terk etmişti. 

Açık kalan pencereden sızan fısıltılar ise zihninde günlüğe Çınar'ın yazdığı birkaç cümlenin yankılanmasına sebep oldu.

"Sevgili günlük, ben Çınar, bir çift yeşil göze vurulmuş sıradan biriyim sadece. Hayatıma renk katan o yeşil hareleri ilk gördüğüm andan beri seviyor ve bana her değindiğinde bir daha var olmamak üzere eriyeceğimi sanıyorum. Sesinde adımı ilk duyduğum günden beri adımı sadece onun söylemesini istiyorum. Tam iki yıl, iki yıl boyunca uzaktan kumral saçlarına aşık olduğum  kızı izliyor, o beni tanımadan ben onu tanıyorum. Kim demiş, tek taraflı aşk öldürür diye, ben her gün günden güne diriliyorum, daha çok yaşıyorum. Tesadüf eseri de olsa bana her baktığında ona daha çok yaklaşıyorum. Ve bu gün, o kadar yakınım ki ona, bana bilerek bakıyor, her gün adımı dile getiriyor. Artık o kumral saçlar, yeşil gözler, gül kurusu dudaklar ve bembeyaz ten uzak değil bana. Artık o narin ses ve zarif ruh hemen yanımda ve masumca uyumasını yakından izleyebiliyorum. Bunu kim yaptı bilmem, bu kaderin bir parçası mı onu da bilmem, ama tek umudum şudur ki, bu an hiç ama hiç bozulmasın. O hep benim omzumda uyusun ve ben hep onun kokusunu bu kadar yakından duyabileyim. Sevgilerle, Zümrüt Yapraklı Çınar Ağacı..."

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 20, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ölümden MektuplarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin