9

140 29 8
                                    

Hıçkırıkları eskimiş odada yankılandı.
Bir parça oksijene muhtaç kalmış bedeni, rutubet kokusu yüzünden acı çekiyordu.

Ailesi oğullarının eşcinsel olmasını kabul edememişlerdi. Annesi, olaydan sadece bir saat sonra babasına da anlatmış ve Hongjoong'un küçük bedenini kendi eliyle ateşe atmıştı.
Öz babası, oğlunu kırbaçla dövmüştü.
Her bir vuruşunda ondan ne kadar nefret ettiğini vurgulamış ve onu aşağılamıştı.
Özellikle bacaklarından tiksindiğini söylemişti. En çok da bacaklarına darbeler atmıştı, onları yok etmek istercesine...

Hongjoong'un bedeninin her yerinde yeni yaralar meydana gelince ailesi onu evin en pis köşesine, yani ağıra atmış ve kapıyı da arkalarından kilitlemişlerdi.

Şimdi ise acıdan ve nefessizlikten boğulan beden, fazlasıyla acı çekiyordu uzandığı yerde.
Yüzü gözyaşlarına boğulmuştu.
Bedeni ise kan lekeleri arasında kaybolmuştu.

Canı çok yanıyordu ama artık onu duyan kimse kalmamıştı.
Kimsesizdi.

Sadece bedensel olarak canı acımıyor aynı zamanda engelli olduğu için de kendisinden ölesiye utanıyordu.
Çünkü onun yüzüne bir kez daha gerçekler vurulmuştu, bizzat ailesi tarafından...
"Birileri seni o sandalyede ittirmediği sürece hiçbir şey yapamazsın!"

"Sen diğerleri gibi değilsin."

"İğrençsin sen."

O an hiç doğmamış olmayı diledi, Hongjoong.
Ailesi bile ondan nefret ederken kim onu sevebilirdi ki?

Seonghwa'sı neredeydi şimdi?
Yoksa o da mı onu hiç sevmemişti?
O da mı ona acımıştı?

Dolu gözleri acı birkaç damla daha döktü soğuk yaralarının üstüne.
Gözleri hala açıktı fakat bedeni ve ruhu bir ölüden farksızdı.

Belki biraz sonra nefesinin son damlasına gelirdi?
Tanrı artık onun canını da alırdı değil mi, tıpkı mutluluğunu aldığı gibi.

Gözleri yavaşça kapandı.
Son kez derin bir nefes alırken içinden yalvarıyordu:
"Daha fazla yaşamak istemiyorum Tanrım, lütfen beni gerçekliğe kavuştur.
Beni sana kavuştur."

Ölmek istiyordu ama bilmiyordu ki Tanrı henüz onun kaderini tamamlamamıştı.

Bir kırılma sesi işitti Hongjoong
Ürkek gözleri sesin geldiği yöne bakmaya çalıştı ama başarısız olmuştu.
Korktu.
Yine mi babası gelmişti?
Yetmemiş miydi, daha mı fazla dövecekti oğlunu?

Gözyaşları yanaklarına sel oldu, titreyen elleri hareketlenmeye başladı.
Eğer gelen babası ise, ona canını alması için yalvaracaktı çünkü artık yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı.
Zaten ne yapabilirdi ki?
O doğduğun andan itibaren savunmasızdı.

Güçlükle nefes almaya çalıştı. Hissettiği korku ile birlikte yaraları canını acıtmaya devam ediyordu.

Tam o sırada bir gölge belirdi önünde.
Uzun, siyah bir gölge.
Kendisine doğru bir adım attı.
Yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı.

Hongjoong korkudan bayılacağını hissetmişti ama yanaklarını saran sıcak eller anında bu hissi bastırmıştı.

Seonghwa'sı buradaydı.
Gelmişti.

" H-hongjoong!"

Ve onun sesi kulaklarında yankılandı.
Sevdiği adamın sesiydi bu ses, aşık olduğu sesti.
Onu güvende hissettiren tek sesti.

Ağlamaktan dolayı konuşamamıştı Hongjoong.
Ama söylemek istediği çok şey vardı.

" T-tamam, seni b-buradan götürüyorum. G-gidiyoruz sevgilim."

Seonghwa da sevgilisi ile aynı durumdaydı. O da konuşamıyordu.
Çünkü karşısında gördüğü beden, onun acı içinde nefesini kesmişti.
Kalbi atmayı bırakmıştı sanki, Seonghwa ilk kez kendisini bu kadar kötü hissediyordu.

Sevdiği adam acı çekiyordu.
Sevdiği adam acı çekiyordu ve Seonghwa bu acıyı iliklerine kadar hissediyordu.

Kollarını sevgilisinin bedeninin her yerine sardı. Yaralarını sarmak istercesine sardı.
Dudaklarını nefes nefese olan meleğinin boynuna, dudaklarına ve yaralarına bastırdı.
Kalbi çok ağrıyordu.
Onu böyle gördükçe kendi canı da yanıyordu.

" Tamam geçti, g-geçti sevgilim."

Minik bedeni kucağına alırken kulaklarına doğru fısıldadı.

" Söz veriyorum sevgilim, tek başına acı çekmeyeceksin."

Hongjoong'un gözlerinden bir damla yaş, Seonghwa'nın boynuna düştü ve oradan süzülüp kalbine değdi.

Kendisinde kalan son damla gücü sevgilisinin boynuna sarılmak için kullanmıştı.
Kafasını boynuna yatırırken kulaklarına doğru büyük bir güçlükle fısıldadı:

" Canımı al."

" H-hayır, öyle bir şey olmaya-olmayacak."

Seonghwa gözlerini sıkıca yumdu ve kucağındaki bedenle ayağa kalktı.
Tarifi inanılmaz bir acı hissediyordu yüreğinde, her nefes alışında daha da sızlıyordu.
Sevgilisinin kendisinden böyle bir şey istemesine dayanamazdı.
Seonghwa ancak ona kendi canını verebilirdi, onun canını değil.

Nefesleri birbirlerine çarparken alnının üstüne dudaklarını bastırdı.
Onu sıkıca sarmaladı, kendisinde saklamak istercesine sarmaladı sevdiği adamı.

" Ve yine söz veriyorum sevgilim;
kimse yanında kalmasa bile, seni tüm bu gerçeklikten daha çok seveceğim."

hüzün çilekleri | seongjoong ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin