Sapientia Ignis

475 55 63
                                    

Penceresinden sisli bir Londra akşamında oradan oraya koşuşturan insanları seyreden Sherlock yapmayı en iyi bildiği şeyi yapıyordu, düşünüyordu. Bir karar vermesi gerekiyordu ve kabul etmek zor olsa da Watson'un yokluğu onun şu an içinde bulunduğu etik ikilemi çözme hızını oldukça yavaşlatmıştı.

Aşağı kattan kapı kilidinin çevrilme sesini duyunca bir rüyadan uyanıyormuş gibi irkildi ve bakışlarını arkasındaki koridora çevirdi. Bir beklentisi olduğunun farkına ancak koridorda beliren Mrs.Hudson'u görüp hayal kırıklığına uğrayınca vardı.

"Sherlock hayatım, gün boyu kemanının sesini duymayınca merak ettim. Ayrıca sana hazırladığım sandviçlerden getirdim." Adamın cevap vermesini beklemeden oturma odasından mutfağa yönelen kadın sehpanın üzerindeki iki viski bardağını görünce duraksadı. "Ah, misafirin olduğunu bilmiyordum. Müsait değilsen sonra..."

"Yalnızım."

Ev sahibesine sinirli olmasının anlamı yoktu, yine de cevabının soğuk olmasına engel olamamıştı. Onu yıllardır tanıyan yaşlı kadın ise Sherlock'un neredeyse şoka girmesine sebep olacak bir şekilde rahatsızlığının sebebini bir çırpıda bulmuştu.

"Hala Dr. Watson'un Miss Morstan'ın yanına taşınmasına mı kızgınsın canım? Herkes senin gibi olmak zorunda değil Sherlock. Normal insanlar eğer yoksa hayatlarında bir partnerin eksikliğini hissederler. Sen cevap vermeden söyleyeyim, John'a Mary Morstan'ın gösterdiği yakınlığı senin gösterebileceğinden oldukça şüpheliyim hayatım."

Ona göz kırpan kadın uzaklaşırken Sherlock onun boş bardakları da alıp mutfağa gidişini izledi. Peşinden gitmeye karar verdiğinde Mrs.Hudson çoktan sandviçleri bir tabağa koymuş, bardakları ise lavaboya yerleştirmişti.

"Mrs.Hudson, sizce John ne tavsiye verirdi? Ağabeyime yardım etmemi mi yoksa ondan uzak durmamı mı?"

"Bunu ona kendin sormalısın Sherlock." Sandviç tabağını ona uzattı. "Ayrıca Dr. Watson'u benden daha iyi tanıyorsun."

Sherlock mantığı her şeyin üstünde tutan, hatta bunu gururla üzerinde taşıyan biriydi. Buna rağmen neden Watson'un yanına gitmeye isteksiz olduğunu kestiremiyordu; çünkü bunun mantıklı bir açıklaması yoktu. Tabağı Mrs.Hudson'un elinden nazikçe alıp içeri geçerken eski(?) arkadaşını aklından çıkarmaya karar vermişti, ona kısa bir ziyarete gelen ağabeyi Mycroft'u düşünmeye tekrar başlarken sandviçinden büyük bir ısırık aldı.

Normal zamanlarda sinir bozucu derecede küstah, bir o kadar da kendini beğenmiş olan Mycroft, üzerinde Sherlock'un okuyabileceği hiçbir iz bırakmazdı. Gömleğinin manşetleri muntazam bir şekilde ütülü olur, babalarının onlara bıraktığı 17. yüzyıldan kalma kol düğmelerini takar, ne bastığı toprağı ayakkabısının altında taşır, ne de güneşin altında kaldığını belli eden cilt koyulaşması olurdu.

O gün ise, Mycroft ilk defa Sherlock'a insan olduğunu hatırlatırcasına telaşlı bir şekilde gelmişti. Koşturduğundan mı yoksa endişesinden mi anlaşılmayan bir şekilde kafasına terden yapışmış saçları silindir şapkasını çıkarınca görünmüş, yürüdüğü yollardan ayağına yapışan toprağı içeri taşımıştı. Rengine bakılacak olursa, emin olmamakla birlikte Chatham içinde yürüdüğünü tahmin etmişti Sherlock.

Ağabeyine rahatlaması için içki ikram ederken adamın huşu içinde sol topuğunu tekrar tekrar yere vurduğu gözünden kaçmamıştı dedektifin. Yaşadığı sorun her ne ise, büyük olmalıydı.

Ardından ise sadece Sherlock'a güvenebileceğine dair bir şeyler gevelemiş ve kontrol etmesi için eline bir dosya tutuşturmuştu. Viskisini fondipleyip neredeyse kaçarcasına uzaklaşırken dedektif ondan tarafa bakmamış, dosyayı çekmecelerden birine yerleştirdikten sonra penceresinin karşısına geçip kendi küçük hayatlarında bir yerlere yetişmeye çalışan insanları izlemeye koyulmuştu.

Sapientia Ignis / Bir Sherlock Holmes HikayesiDonde viven las historias. Descúbrelo ahora