𝘪𝘯 𝘴𝘶𝘪𝘵𝘢𝘣𝘭𝘦 𝘵𝘪𝘮𝘦

316 33 10
                                    

"Bu üniversiteden arkadaşım Bay Holmes. Annenle bir süre burada kalacaksınız. Uslu bir kız ol tamam mı?"

"Ne zaman geleceksin peki?"

"En uygun zamanda geleceğim, üstelik geldiğimde o masmavi tokalardan getireceğim. Tıpkı gözlerin gibi."


Fakat ne o uygun zaman geldi ne de mavi tokalar.

Yıllar geçtikçe umudu daha açmamış bir çiçek gibi solup gitmişti çünkü ne zaman bir şeye sevinse sanki Tanrı ona çok görüyormuş gibi hissediyordu artık.

Annesi ölmüştü artık, onun şu ana kadar her zaman yanında olan en büyük destekçisi gitmişti.

Varlığının bile yettiği arkadaşı Sherlock ise ondan uzaklaşıyor, geçirdikleri onca yıla inat git gide ona yabancı gibi davranıyordu ve tüm bunlar olurken yanında olan kişi ise üniversitedeki genç öğretmendi.

Aslında yaşları yakın olduğu için aralarındaki muhabbet ders dışında öğretmen-öğrenci ilişkisinden çıkıp iki yakın arkadaşın saf sıcaklığına bürünüyordu. Ama bu bile olurken ona daima Profesör, Sensei gibi vasıflara çağırdığı için mesafelerini ister istemez koruyorlardı.

Hazır o yanındayken düşündü.

Artık bu mesafe ne kadar önemliydi?
Sonunda Isabelle çoktan mezun olmuş hatta işini eline almıştı. Ona hala neden adıyla seslenmek zor geliyordu? William ismini dile getirmek aklının ucundan bile geçse bunu garip buluyor ama ona profesör derse aralarında gereksiz yere mesafe koyacağını biliyordu.

Sanki başka bir problemi yokmuş gibi deli gibi bunun üzerinden zihninde defalarca geçiriyor aralarında hayalî konuşmaları canlandırırken ona nasıl hitap edeceğini deniyordu. En sonunda şakaklarında hissettiği ağrıyla eli oraya gitti; işaret ve orta parmaklarıyla orayı hafifçe ovmaya başladı. En iyisi bunu akışına bırakmaktı diye düşündü nasılsa Moriarty ona nasıl hitap etmesi gerektiğinin sinyalini verirdi.

"Sanırım yaklaştık." Öğretmeninin sesiyle başını cama dayadı ve birkaç sokak öteden görülen pembe apartman içinde bir şeylerin büzülmesine sebep oldu.

En son ne zaman evine adım basmıştı hatırlamıyordu. Çok uzak bir zamanda olduğundan değil sadece zihni hala çok bulanıktı.

'Dün gece o kadar içmeyecektim.'

'Bir daha da içmeyeceğim zaten.'

"Umarım adresi doğru hatırlıyorumdur. Bu köşeden dönüyorduk değil mi?"

"Evet doğru." Profesör bir kez Frida'nın ölümündeki detayları öğrendikten sonra kendisiyle konuşmak için onu evinde ziyaret etmişti. Sadece birkaç dakika onunla oturmasına ve aradan koca bir sene geçmesine rağmen o dakikaların ne kadar iyi geldiğini hala çok net hatırlıyordu.

Araba durduktan sonra genç kız yanında duran ilaç poşetini eline aldı ve kapıyı açmadan önce öğretmenine ve kardeşine son bir kez teşekkür etti.

"Lütfen ilaçlarını düzenli aldığından emin ol Isabelle. Ve bir şeye ihtiyacın olduğunda aramaktan çekinme."

"Elbette ararım, tekrardan çok teşekkür ederim. İyi günler."

Biraz beceriksizce onları selamladıktan sonra olabildiğince hızlı ve düzenli adımlarla apartmanın içine girdi.

Normalde merdivenle yukarı çıksa da bugün öyle bir zahmete girmeyecek kadar bitkindi. Asansör düğmesine bastıktan sonra elindeki poşeti iki eliyle tutup asansörü beklemeye başladı.

Asansör geldiğinde üçüncü katın düğmesine bastı ve kapı kapanıp asansör hareket etmeye başladığında derin bir nefes vererek kendini saldı.

Nefesini tuttuğu falan yoktu ama kendine geldiğinden beri başkalarının yanında nefes alamıyormuş gibi hissediyordu.

Asansör katında durana kadar derin derin nefes alıp vermeye başladı.

Kapı açıldığında dik tuttuğu sırtını istemiz biraz eğerek evin kapısına geldi. Anahtarı çevirip evin içine girdiğinde onu anında boğan bir koku ve derin bir duman tabakasına maruz kaldı.

İlaç şişesini ve anahtarlığını kapının yanındaki dolabın üstüne koydu ve kokunun kaynağı oturma odasına gitti.

Hiç şaşırmadığı arkadaşı Sherlock Holmes evine gelmiş ve onun gelmesini bekliyordu.

Fakat Sherlock genç kızın ona yarı sinirli yarı kırgın bakışlarına aldırmadan ve konuşmasına bile fırsat vermeden saatler önce nerede olduğunu sormayı planlıyordu. Gerçi kafasında zaten belli başlı olasılıklar yer almıştı. Sigara kokusuna rağmen Isabelle'den gelen serum kokusu, küçük bir eczane poşeti ve sağ kolundaki uyuşuklukla onun hastaneye gidip en az iki saatlik bir serum yediğini söylüyordu.

Ama cüzdanı yanında değildi, telefonu zaten kapalıydı o yüzden ödemeyi muhtemelen bir başkası yaptı hatta hastaneye bile kendi başına gitmedi çünkü onun yaşadığı migren ağrısı ayakta bile durmasına zar zor izin verirken, malum şartları göz önüne aldığında muhtemelen ayakta duracak gücü kalmamıştı.

221B'deki dairesinden çıktıktan sonra muhtemelen kan şekerinin de düşmesiyle bilincini kaybetmiş olmalıydı. Oradan geçen birisi de onu hastaneye götürüp refakatçilik etmişti.

O yüzden fikrini soracağı sorudan vazgeçmişti. Kafasına yer eden soru içini kemiriyordu

Kızın söylenerek camları ve kapıları açışını izledi. Sonra mutfağa gidip bir bardak suyla geri dönüşünü ve koltuğa oturduğunda suyun yarısına kadar içtikten sonra sehpaya koyuşunu ve parmaklarıyla başını ovuşunu izledi.

Eğer şu an bir şey sormazsa bir daha cevap alamayacağını fark etti.

Sigarasını söndürdü ve asıl sorması gereken soruyu tam da sorması gereken vakitte olduğunu hissederek sabırsızca sordu:

"O arabadaki kimdi?"


乇几ᗪ•

𝙄𝙣𝙠𝙝𝙚𝙖𝙧𝙩' 𝘞𝘪𝘭𝘭𝘪𝘢𝘮 𝘑. 𝘔𝘰𝘢𝘳𝘪𝘢𝘳𝘵𝘺Where stories live. Discover now