prologue

1.2K 79 82
                                    

üflesen yıkılıp tahta kurularıyla dolu bir enkaza dönüşecek, yağmurun akıttığı sıvalarından yeşil duvarları zor seçilen, tabelasıysa sadece kafası estiğinde yanan bir otelin kaç odası vardır? 10?.. 20?.. belki 30?.. peki bu odalarda kimler uykuya dalar?.. yıllardır gidemedikleri kasabalarına gitmeye çalışırken yolda kalmış iki çocuklu sıradan bir aile? kirasını ödeyemediği için evinden atılmış genç bir oğlan? balayı için yanlış rotayı seçmiş yeni evli bir çift?.. ya da asıl soru rutubet kokulu bu odaların meşeden yapılma ahşap kapıları bir kereliğine mahsus kitlendiğinde içeride kalan insanların yastığa başını koyup uykuya daldıklarını varsaymak ne kadar doğrudur?

ardiyeden bozma kıytırık "personel odası"nın basık ve bir o kadar da dar giyinme kabininde, ellerimi gömleğimin kollarından geçirmeye çabalarken aklımdan ışık hızında gelip geçmiş olan sorulardı bunlar... cevabını adım gibi bildiğim sorular... çünkü ben choi beomgyu, cevabını bildiğim soruları sormaya bayılırım.

burası alwaysness oteli, suit odadan bozma çatı katındaki minik evimi saymazsak 24 kişi kapasiteli ve 12 odalı. aslına bakarsanız fosilleşmekten depoya kaldırılmış dört yer yatağını daha hesaba katarsak bu sayı 28'e kadar çıkarılabilir ancak bu harabe otele adımımı attığım günden beridir en fazla üç odayı aynı anda dolu görebildiğimden o kadar da abartmama gerek olmadığını düşünüyorum. evet anlayacağınız burası ne gezginlerin uğrak mekanı ne de şehrin en seçkin otellerinden birisi... burası önünden geçseniz bile dönüp bir kere daha bakmayacağınız, harabeden hallice bir mahalle arası yıkıntısı... küçük ve fakir görünümüne karşın misafir çeşitliliği açısından oldukça zengin, -bir bakıma kozmopolit- ne olduğu belirsiz itin kopuğun cirit attığı, eskortundan torbacısına içerisinde kimi ararsanız bulacağınız bu yıkıntıya adımını atan her yeni yüzde kendimi "umarım bu sefer sadece uyumaya gelmişsinizdir" demekten alıkoyamıyorum.

gömleğimle verdiğim savaşı bitirip yeleğimin düğmelerini iliklemeye geçtiğimde son kurduğum cümlenin saçmalığını fark etmiş olacağım ki kendi yaptığı asla ama asla komik olmayan şakaya gülen sevimsiz yaşlılar gibi bir başıma iç geçirip güldüm. uyuyup uyumamaları beni gram ilgilendirmiyor ben işime bakıyorum nasıl olsa deyip kabinin siyah kapısını kendime doğru çektimve kendimi dışarı, aynanın tam da önüne attım.

paslı aynadaki yansımamla karşılaştığımda kendime göz kırparak küçük bi selam verdim ve gülümsedim. evet kendime göz kırpıyorum çünkü 20 yıllık yaşamım boyunca anladım ki sen kendine iyi davranmazsan kimse de sana iyi davranmazdı. ha bir de ek olarak, son zamanlarda çevremde gülümserken görebildiğim tek şey kendi yansımam.. o yüzden aynada zaman geçirmek çok da kötü bir boş zaman aktivitesi değildi.

yataktan yeni kalktığımı bariz şekilde belli eden uzun saçlarımı elimle tarayıp yarısını arkada birleştirdim. bileğimden çıkardığım lastiği tek elimle tuttuğum saç tutamına doladım ve artık hazırdım. tam kendime bugün de ne kadar harika göründüğüme dair bir konuşma yapmaya hazırlanıyordum ki kapının açılmasıyla tüm dikkatim aynada yansımasını gördüğüm karaltıya çevrildi.

"sence de bir dolandırıcıya göre görünümüne fazla önem vermiyor musun?" dedi aynadan kopup arkamı dönmeme sebep olan ses.

"eh bu da işimizin bir parçası sen de biliyorsun." deyip gülümsememi bozmadan adımlarımı karşımdaki giyinme kabinine yaslanmış biçimde duran oğlana doğru yönelttim. evet, yine başlıyorduk daha önce en azından 10 kez daha yapıldığına emin olduğum bu tatsız günaydın konuşmasına.

"eh evet biliyorum ama-" cümlesini bitirmesine izin vermeden sözünü kestim.

"o zaman fena mı hem kerizlerin parasını cepliyoruz hem de yanında hediye olarak dünyanın en sevimli ve bir o kadar da yakışıklı resepsiyonistine sahipsin, bence biraz elindekiyle mutlu olmayı öğrenmelisin soobin." dedim sesimi inceltip gözlerim dolu dolu ona tüm şımarıklığımla bakarken. dediğim gibi 11. kez yapılan bu konuşmayı ezberlediğimden ve soobin ile beraber geçirdiğim bu bir senede onu açık kitap gibi okumayı öğrendiğimden bugünkü tartışmanın kazananı bendim.

"insanda biraz utanma olur gelmiş bir de dolandırdığın insanlara keriz diyorsun." dedi bıkmış bir ses tonuyla ama ben titreyen sesinden emindim ki içinden gülmesini tutuyordu. gözlerimin içine 2-3 saniye daha bakmasına kalmadan dediğim oldu. gülünce kısılan gözleri ve saklayamadığı gamzeleriyle kıkırdamaya başladı.

"of sana da bir şey denmiyor, ben gidiyorum 2. kattaki çarşafları değiştirmem lazım." diyerek koşar adımlarla kapıya doğru ilerledi. tam kapının eşiğinden geçecekken durdu ve bana doğru  döndü. "ha bir de öyle şımarık şımarık bakınca 180boyunla emin ol sevimli gözükmüyorsun. sakın bunu otele gelenler üzerinde "yeni bir dolandırma tekniği" olarak deneme sonra mahallede, alwaysness otelinin resepsiyonisti beomgyu millete dudak büzüp konuşuyormuş ibne miymiş neymiş, diye adın çıkar bir de seninle uğraşamam." demesiyle benim ona elime ilk geçirdiğim şeyi fırlatmama izin vermeden kapının arkasına geçip hızlıca üst katın merdivenlerini tırmandı. onun bu alaycı tavrına karşılık banaysa sadece gülerek "sanki burada milleti tek başıma dolandırıyorum iyilik perisi soobin paraları yerken gayet de yüzün gülüyor.. hem annecilik oynamayı da kes aramızda sadece 3 ay var!" diye arkasından bağırmak düştü.

belki bu konuşma şimdilik tatlıya bağlanıp bu anda hapis kalmıştı ama aynısı soobin'in kalbi için geçerli değildi. koskoca otelin tüm yükü zaten ikimizin üzerindeyken bir de onu kendimle birlikte bu bok çukuruna sürüklemekte benim de payım büyüktü. ne kadar belli etmemeye çalışsa da soobin asla buraya ait olmadı, olamazdı da. biz farklı insanlardık, ben kendi adaletini sağlamaya çalışan bir dolandırıcıydım o ise zorunda kalmasa bu otelden içeri adımını bile atmayacak bir genç. eninde sonunda onun beyazı bana, benim siyahım ona karıştı. birlikte griye bulandık. keşke ikimiz de paylaştığımız tek ortak yönün aynı olan yaşlarımız olduğu döneme dönebilseydik demekten kendimi alamıyorum ama belki de böyle olması gerekliydi. bugün yeni bir gündü ve saat moralimi bozmaya değmeyecek kadar erkendi.

yüzüme çarpıp görüşümü engelleyen perçemlerimi parmaklarımın ucuyla nazikçe iki yana ayırdıktan sonra derin bir nefes alıp personel odasının dışına attığım adımla tüm benliğimi ve onun dertlerini geride bıraktım. kapıyı kapattım.


prologue sonu!!
soogyu gorunumlu taegyu ficime hepiniz hos geldiniz..
ilk bolumun agir yazim dili gozunuzu korkutmasin diger bolumlerimiz eglence ve kaos dolu gececek!! umarim okumaya devam edecek kadar ilginizi cekmistir

hermit the frog • taegyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin