☁️

244 15 9
                                    

Yine aynı yere gelmiştim. Tüm hayatımın zorluğu son bir haftadır ikiye katlanmış gibiyken tek yapabildiğim sadece birkaç saatliğine de olsa, ertesi gün cehennem gibi hissettiren bir baş ağrısıyla uyanacak da olsam bu bara gelmekti.

Henüz yirmi sekiz yaşında olmam beni gelecek hakkında endişelendiriyordu. Ortalama bir hayatı bile daha yarılamamışken böylesine her şeyden ve herkesten ümidimi kesmiş olmak, bir şeyleri başarmak için ne kadar çabalasam da sonunda elimde hiçbir şeyin olmama ihtimali beni korkutuyordu. Ben daha bu yaşımda böyleysem, tanrı bilir ileride nasıl olurum diye düşünmek beni asla daha iyi bir ruh haline sokmuyordu.

İnsanların bana attığı kazıklar, tüm zorluklara rağmen pes etmeden tekrar ve tekrar denemekten çekinmeyen beni günden güne yıpratmıştı. İşittiğim tüm ağır sözler, en basidinden 'senden adam olmaz' ya da 'boşa kürek çekiyorsun' gibi cümleler sanki bir mürekkeple derimin altına iğneyle işlemişim gibi kalıcıydı ve ne yaparsam yapayım aklımdan çıkmıyorlardı.

Ve artık hep umut dolu olan ve düştüğünde gülerek kalkabilen bir Yongbok yoktu. İdeallere ve prensiplere sahip, mükemmel hayatıyla anılan ve imrenilen Felix yoktu. Dedim ya, artık tek yapabildiğim günde sadece birkaç saatliğine her şeyi unutmak isteyecek kadar tükenmiş şekilde her zaman gittiğim bir bara gitmekti.

Günde birkaç saat. Sonraki günümün tümünü zehir etmek pahasına da olsa, sadece birkaç saat. İşte bu birkaç saate bağımlı olmuş gibi hissediyordum. Alkole olan bağımlılıktan ziyade beni, adımı unutacağım kıvama getirecek herhangi bir şeye bağımlıydım kısaca.

Cadde üzerindeki büyük süslü binanın giriş katındaki mekana girerken düşündüğüm şeyler, diğer günlerdekilerden farksızdı.

Artık sürekli müşteri sayıldığım için kapıda duran iki iri çalışan beni durdurmadı ve geçmeme izin verdiler. Her geldiğimde oturduğum köşeye gitmeye yeltendiğimde orada başka birinin oturduğunu görünce vazgeçip ortalarda bir yere oturuvermiştim. En sevdiğim yer şu an için üçüncü planda falandı.

Elimi kaldırarak biraz uzakta duran barmene seslendim. Tıpkı güvenlikler gibi o da beni tanımış sayılırdı artık. İçimi dökebildiğim ve iyi niyetinin karşılığını beklemeyen tek kişiydi sanırsam.

"Her zamankinden getiriyorum!" Asla eksilmeyen neşesiyle bana seslendiğinde tebessüm edip kafamı salladım.

Kısa süre sonra elinde iki kristal bardak ve bir şişe viski getirdiğinde tek kaşımı kaldırmadan edemedim. Yüz ifademi görünce açıklama gereği duymuş olmalıydı.

"Şu tarafta oturan adam senin hesabını da ödeyeceğini söyledi," Hızla kafamı işaret ettiği yere çevirdiğimde donup kaldığımı söylesem yeriydi.

Siyah kısa saçları, beyaz salaş tişörtüyle birlikte birlikte giydiği siyah takımıyla orada oturuyordu. Boynundaki ışıltılı kolyeyi görebiliyordum. Onun da çok geçmeden bana bakmasıyla gözlerimiz buluştu. Yıllar sonra göz göze geliyor, birbirimizin yüzünü inceliyorduk o zamanlarda olduğundan farksız. Üstünden belki de çok fazla, ancak benim için çok kısa bir süre geçmiş gibiydi.

Biz daha kendimizi tanımıyorken kendimizi tanıtmaya, karşımızdakini tanımaya çalışmıştık. Başlarda o da bilmiyordu kim olduğunu, ben de. O bana anlatmıştı nasıl biri olduğumu, ben de ona nasıl biri olduğunu anlatmıştım. Onun sayesinde kendimi tanıdığım gün aklımda hala yer ediniyor, daha dünmüş gibi detaylıca hatırlatıyordu kendini.

when we're high, hyunlix ✔︎Where stories live. Discover now