4

419 39 11
                                    

Eve girdiğimde beni karşılayan sessizlik şu anda en az ihtiyacım olan şeydi. Üzerimi bile değiştirmeden koltuğa oturmuş, duvardaki yanlış çalışan saatin tik-taklarını dinlerken evde gözlerimi gezdiriyordum. Uygun bir kiraya temiz eşyalı bulduğumuz bu evi 6 ay içinde çöplüğe döndürmüştük.

Bu şekilde yaşamak istemiyorduk elbette hiçbirimiz ama her şeyi halledecek maddi gücümüz yoktu. Bunun farkındaydım. Şu an içinde olduğum duruma katlanma isteğimin bir sebebi de buydu.

Ama bu yalnızca istekti işte. Hayata geçirmesi gerçekten zordu.

Saat henüz 1 bile olmaması rağmen evdeki bu sessizlik, garipti. Normalde hiçbirimizin uyuduğu bir saat değildi ama sanırım benim şansıma bugün erken yatmışlardı. Dışarı çıktıklarını düşünmüyordum çünkü her ne kadar gidemeyecek olsam da haber verirlerdi.

Oturup düşünmek bana iyi gelmediği için ayağa kalktım ve yan yana sıralanmış üç kapıya baktım. Ortadakini, yani benim odamın kapısını direkt elemiştim. Uyumak istemiyordum. Sağdaki belki şu anda iyi olabilirdi, Hyunjin'in boş konuşmaları kafamı dağıtabilirdi. Ama ben yine de sola gidecektim.

Çünkü ihtiyacım olan kişi o odada kalıyordu.

Odaya girmeden önce mutfağa ilerledim ve kettle'a su koydum. Ardından iki kupa çıkarıp içine kahve koydum ve öyle yöneldim odaya.

Minho'nun henüz uykuya dalmamış, telefonla vakit geçiriyor olmasını umuyordum.

Sessizce içeri girdim. Gözüme ilk çarpan Minho oldu. Pikeyi bacaklarının arasına sıkıştırmıştı. Tişörtü ise yukarı sıyrılıp karnını açığa çıkarmıştı. Yüzü pencereye dönük olduğu için göremiyordum ama pozisyonundan uyuduğunu anlamıştım.

O an onu uyandırmak yerine Hyunjin'i uyandırmaya karar verdim. Ama yine de odadan çıkmadım. Chan'a hızlı bir bakış atıp onun da uyuduğundan emin olduktan sonra minik adımlarla Minho'nun yanına ilerledim.

Aslında amacım ilk başta sadece üzerini örtmekti ama yanına varıp yüzünü gördüğümde kendimi onu izlerken bulmuştum.

Aralık dudakları çekmişti çünkü dikkatimi. Sonra da sivri burnu, kirpikleri, alnına dökülen düz saçları... Uyurken de en az uyanıkken göründüğü kadar mükemmel görünüyordu

Mükemmelin tanımıydı benim için Lee Minho. Yalnızca görünüş olarak da değil, her anlamda. Davranışları, düşünceleri... Biliyordum, aslında yaşadığı hayat gereği mükemmel olmaktan tamamen uzaktı. Ama işte benim mükemmelim oydu.

Bir anda ağzını şapırdatıp hareketlendiğinde nefesimi tuttum ve bir adım geri gittim. Elimden geldiğince sessiz olmaya çalışmıştım ama işe yaramamıştı. Gözleri aralanmış ve biz göz göze gelmiştik.

"Rai?" dedi yeni uyandığı için çatlayan sesiyle. Sonra yutkundu ve kurumuş dudaklarını ıslattı. "Bir şey mi oldu?"

Eğer ona ihtiyacım olduğunu söyleseydim, biliyordum ki uykusunu umursamadan kalkardı. Ama onun bu uykulu haline bakarken kıyamamıştım. Bu yüzden "Herkes uyumuş mu diye kontrol ediyordum." dedim gülümseyerek. "Bir şey olmadı, uyu sen. İyi uykular."

Arkamı dönüp odadan çıkmak için adımladığımda bileğimi kavrayıp beni durdurdu. "Sorun ne?" diye sordu. Kaşları çatılmıştı. Atladığım bir şey vardı ki o da beni, en az onu tanıdığım kadar iyi tanıyordu. Elbette bakışlarımdan bile ne istediğimi anlayabilirdi.

Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes aldım. "Kahve içmek ister misin?"

Kafasını salladı yavaşça. Ardından yataktan kalktı ve beni omuzlarımdan tutup odanın dışına yönlendirdi.

circus | yang jeonginWhere stories live. Discover now