ÖN SÖZ

3.4K 30 6
                                    

             Siz bu satırları okurken biz lise yıllarımıza, birkaç gün önce veda etmiş olacağız. Bizim için rüya gibi bir dört yıl yaşandı. Ama, öğretmenlerimiz açısından aynı şey söylenebilir mi? Tek kararsız kaldığımız nokta bu. Dokuzuncu sınıfa başladığımızda, bizi görünce hepsi dehşet içinde kalmıştı. Çünkü, biz hiçbiri bir diğerine benzemeyen çok değişik çocuklardık. En düşük puanlara sahiptik, yaşama çok farklı noktalardan bakıyorduk, hatta bazılarımız okuma ve yazma konusunda hafiften sorunluyduk. Bu, bizden yana hiç sıkıntı olmadı. Birbirimizi çok sevdik, kardeşlik denen değerli duyguyu yaşadık ve bir bütün olduk. Ta ki pandemi başlayana dek. Onuncu sınıfın ikinci dönemiydi. Evlere kapandık ve sınıfın sıcak kollarından ayrıldık, önceki gibi bir arada değildik ama, bu bize kalpler bir olunca ayrılık denen halin geçersiz olduğunu öğretti. Kurduğumuz sınıf grubunda her şeye kaldığımız yerden devam ettik, dersler hariç. Öğretmenlerimiz zaten alt yapınızda eksiklik varken bu çok kötü oldu, deseler de bizim için hiç dert olmadı. Okul kurallarından ayrılınca daha bir özgür hissettik ve bu oldukça hoşumuza gitti. Canımız istediğinde derslere katıldık. Hatta, dersi açıp sıcak yatağımızda uykumuza kaldığımız yerden devam ettik. Bu sınıf ortamında bulamadığımız nimet! Neredeyse pandemiye teşekkür edecek hale geldik. Bazen tatlı uykumuzun arasında öğretmenimizin bize seslendiğini hayal meyal duyduk ama, ona yanıt veremedik çünkü, bu olabilecek bir aksaklıktı. Sistem bizi atmış olabilir, mikrofonumuz bozuk olabilir gibi gibi açık kapılarımızın olması bizi rahatlatıyordu. Bu rahatlığın kollarında yayıldık da yayıldık. Adeta dünyanın sonu gelmişti ve bir daha okul diye bir yere gitmeyecektik. Ne yazık ki her güzel şeyin bir sonu vardı ve pandemi sonrası sınıfımıza kavuştuk. Nasıl mı geçmeye başladı günler? Efsane diye tanımlayabilirim. Formumuzdan hiçbir şey kaybetmemiştik, tam aksine performansımız artmıştı. Onuncu sınıfın ikinci döneminde bıraktığımız yerden devam ettik. Oldukça eğlenceli, oldukça keyifli ve artık son sınıf olarak okulda yerimizi aldık yeniden.

         Bizim liseye başladığımız sene okula sadece on dokuz öğrenci alınmıştı, okul tarihinde bir ilk. Yegane dokuzuncu sınıftık. Sanırım herkes oldukça başarılı öğrenciler bekliyordu ki bizi gördüklerinde uzun süre bir sessizlik yaşandı. Sanki gördüklerine inanmayan insanların bu bir kabus olmalı duygusunu yaşattık onlara. Önce ürkek adımlarla başladığımız günler, ortamı tanıdıkça renklenmeye başladı. Öğretmenlerimizin neredeyse tamamı bizden şikayetçiydi. Dersi dinlemiyormuşuz, ders çalışmıyormuşuz, kurallara uymuyormuşuz gibi şeyler çalındı kulağımıza ama, biz her nedense oldukça iyi olduğumuzu düşünüyorduk. Oryantasyon çalışması yapıldı önce bize, ardından arkası kesilmeyen rehberlik toplantıları. Sanırım bizi istedikleri şekle sokmak istiyorlardı ama biz halimizden çok memnunduk. Ne gereği vardı?! He he deyip kendi maceralarımıza devam ettik. Bir süre disiplin kurulu sadece bizim için çalıştı. Oraya çağrıldığımız anlarda ortamın ciddiyetinin hiç de bize göre olmadığını kolayca anladık ama, ara ara bu ziyaretlerden kurtulamadık. 

          Biz, her ne kadar çoğuna bomboş görünsek de her birimizin bir hedefi vardı aslında. Sadece farklı yöntemler ile bu hedeflere ulaşmayı seçmiştik. İsteseler bizi anlamaları hiç de zor değildi. Dünya son yıllarda oldukça değişmişti ve onların yirmi otuz yıl öncesinin zamanlarından çok daha farklı çocuklardık biz. Galiba bilgi denen şey de eski geçerliliğini yavaş yavaş yitiriyordu. İnternetin hızına kendimizi bırakmak çok daha eğlenceliydi. Nasıl olsa her şey elimizin altındaydı. Cep telefonlarımız ile yapışık ikizler tadında yaşayıp gidiyorduk. Ne gerek vardı oturup ders çalışmaya ya da ezber yapmaya! Bunlar, çok eskide kalmıştı bize göre. Yaşam denen şey, gülmek ve eğlenmek üzerine olmalı. Sonuçta bir kere gelebiliyoruz bu aleme. Kendimizi yormanın bir anlamı yok.

         Kendi felsefemiz içinde yaşarken son sınıfta birden sınav endişesine düşeceğimizi de hiç sanmıyorduk ama, son sınıfa gelince işler biraz değişti. Aile ve okul bizden daha fazla beklentilere girdi. Biz üç yıl vur patlasın, çal oynasın tadında yaşadığımız için bu sınırlandırmadan dolayı oldukça gerildik. Deneme sınavları, konu tekrar testleri, dershane falan derken çok bunaldık. Bünye alışık değildi ki bunlara uyum sağlayalım. Önce ailelerimiz için gayret gösterdik ders çalışmaya ama, tahmin edersiniz ki pek de beceremedik. Birkaç ayın ardından yine eski halimize döndük. Sınavı yapabilmek zordu, okumak zordu, okusak işe girmek zordu gibi çeldiricilerimize yenik düştük diyebilirim. Hatta bazılarımız, eğitimi olmadan çok güzel kazanan kişileri kendilerine örnek aldı. Sonuçta fenomen olmak için belli bir eğitime gerek yoktu. Sadece insanların dikkatini çekmek yeterliydi internet ortamında. Bize sık sık tekrarlanan okuyun sözünü de kayda almadık. Okuma seviyemiz, yedi yaşından on iki yaşımıza dek okuduğumuz kitaplarla sınırlı kaldı. Bir daha herhangi bir kitabın kapağını açmadık. Tam bu noktada zavallı edebiyat öğretmenimizden söz etmeden geçemem. Ne emek verdi biz ne emek! Kütüphane ziyaretleri, kitap tanıtımları sürüp gitti. Amma velakin biz çizgimizden şaşmadık. Hatta kitabımızın adı olan ''Boş Yapma'' lafını da kabul etmeyen edebiyat öğretmenimiz dilimizi doğru kullanmadığımız, uyduruk kelimeler bulduğumuz için bize durmadan söylenirdi. Kusura bakmayın öğretmenim, her ne kadar siz bu sözcüklere karşı çıksanız da bizim halimizin tam karşılığı bu:''Boş Yapma'' Bizce dolu dolu, öğretmenlerimize göre bomboş bir dört yıl. Elbette bir şeyler öğrendik ama, bunların üniversite sınavında yeterli olmayacağını da biliyorduk. Ama, o  da dert değil. Bizim doktorluk, avukatlık, mühendislik gibi bir beklentimiz yoktu ki! Sadece üniversite hayatını tatma derdindeyiz ve eminiz ki bize göre bir yerler mutlaka vardır. Erken yaşlarda çocukluk, gençlik havasında değil de çok daha ciddi konuların kıskacında kalmıştık. Bunları taşıyamayınca da doğal olarak işin eğlenceli kısmını tercih ettik.

        Sınıfımız resmiyette on dokuz kişi görünse de kimsenin bilmediği yirminci öğrenci benim ve yaşananları size ben anlatacağım. Elimden geldiği kadar, dilim döndüğünce çoğu kişinin hayatında unutulmaz olan lise hayatını beraber yaşayacağız. Hala lisede okuyanlar, çoktan liseyi bitirenler, lise yaşamına hasret kalanlar, bölümlerde size ait bir şey bulacağınızdan eminim. Bizimle yaşayın, gülün, eğlenin. Sınıfımız birbirinden renkli kişiliklere sahip. Tarıma meraklı çiftçimiz, motor dünyası kralımız, durmadan para kazanmak için internette saatlerini geçiren genç girişimcilerimiz, her sınavda panik olan pimpiriğimiz, çıtır pıtır kızlarımız, yerinde duramayan aksiyoncularımız, her ders uykunun bin bir renginde yaşayanlarımız, bulduklarını sandıkları değişik fikirleri ile çıkıntılarımız sizlerle. Ha bir de ilk aşkını son yıl tadanlarımız var. Mutlaka birini kendinize ya da bir arkadaşınıza benzeteceksiniz. Yetişkin yaşamının sıkıcılığından, kalıplarından, sorumluluklarından uzak; yarın ne olacağını düşünmeden yaşadığımız umarsız günlere gidelim. Oldukça zor bir yaşamın içinde arada bir gülüp nefes almaya hepimizin ihtiyacı var. Okulun ikinci katında, koridorun en sonundaki bir sınıfın nefeslerini duyun. Kendilerine inanan bir iki öğretmen ile yola çıkan gençlerin iyi günlerini, kötü günlerini yaşayın. Okulun bile, ümitsiz diye bir yana bıraktığı sınıfımın yaşam coşkusuyla atan kalbini dinleyin. O günlere dönüp haylazlığın ve boş vermişliğin tadını çıkarın. Yaşınız ne olursa olsun, gençliğin o güzel havasını yeniden doya doya içinize çekin.

BOŞ YAPMA (Tamamlandı)Where stories live. Discover now