Bölüm 1

49 4 3
                                    

Yaz tatili bitmiş, benim de burada 3. ayım olmuştu. Yeniden okula başlamak kulağı hiç gelmiyordu ama çevre, çevre değişirse severim diye düşündü babam. Baba dediğime bakmayın vahtiz babam, annemden sonra babam bize bakıyordu ama maalesef onu da kaybettik, hayatımda hiç o kadar ağla- dığımı hatırlamıyorum. Babamın işlerinden dolayı buraya yani Eskişehir'e alışmam zor olmadı, işi için ara ara buraya gelirdim. Yabancılık çekmeyeyim diye beni bütün esnaf ile tanıştırmıştı. Ama bu yetmezdi. Esnaf benim pek işime yaramazdı, burada arkadaşlarım vardı, ama onları görünce de yaşam enerjisi hissetmiyordum. Beni Lidya gibi paraya boğup bana enerji veremezlerdi, çünkü ben paraya bayılan, para için ölüp-bayılan birisi değildim. Lidya kendini nasıl bu kadar hızlı toparladı bilmiyorum desem gayet asılsız olur. Tek cevap Para! Peki Lidya kim mi? Annemin ölümünden sonra beni suçlayan bu yüzden aramızın pekte iyi olmadığı ablam. Onu düşünüp kendimi üzemem. Hızlıca kahvaltı yapıp Usulca evden dışarı çıktım, bu gün pazartesiydi yani okulun ilk günü. Saatime baktım oyalanmak isterdim ancak dokuza çeyrek vardı, yani dersin başlamasına on beş dakika vardı! Hızlı adımlarla okula yürüdüm. İlk günden geç kalmak istemedim. Sokakta yürürken gözüm bir yazıya çarptı. Yazıyı boş verip yoluma devam ettim. Evim okula yakın olduğu için aslında koşmama gerek yoktu. Ama yine de kendimi buna mecbur hissettim. Nihayet okula varmıştım. Öğrenciler sanki okula değil de başka bir yere gider gibiydi bunun herhangi bir tanımı yoktu, yarısı baloya gider gibi şatapatlı , yarısı zaten "badboy\girl" gibiydi okula gelirken bu kadar süslü ya da sönük olmaya gerçekten gerek var mıydı? Hem de ilk günü. Bence yoktu! Bu kadar etrafı izlemek bana yetmişti. Allahtan bir sene birde 4 sene olsa! Bu okul gerçekten çekilmezdi. Ya beni de kendilerine benzetirlerse! İçim bir ürpermedi değil. İnsanları süzgece soktuğum yeterdi. Hemen ön yargı yapmamalıydım. Milleti kesmem çok şükür bitmişti. Artık sınıfa gidebilirdi. Ama bir sıkıntı vardı. Sınıfımın nerde olduğunu bilmiyordum, zaten kocaman okul sınıfı bulsam kesin kaybolurdum. O sırada küt kestim düz saçlı saçlı, uzun boylu, alımlı ve bakımlı bir kız önümde durdu. Onunla konuşmak istemedim çünkü hiç kafa dengi gözükmüyorduk. O alımlı bakımlı sanki moda şovuna gelir gibi, ben ise kahveye maç izlemeye giden amcalar gibiydik. Hemen önyargı yapmamalıydım, kendime hakim olmalıydım, ben içimdeki sesle savaşırken o beni şaşırtan bir hamle yaptı ve bana;
"Sen galiba yenisin, seni daha önce buralarda görmedim" dedi. Şaşkınca herhalde değişim öğrencisi sandı
Bende ona;
"Evet yeni geldim, burayı pek bilmiyorum 12/A ne tarafta?" dedim. Pek konuşmak istemiyordum, ama sınıfın yerini öğrenmek için buna mecburdum
Kız şaşkın şaşkın bana baktı. Heralde onunla tanışmamı bekledi ama dediğim gibi biz kafa dengi değildik. Kızda dikkatimi çeken bir detay ise beni süzmedi normalde böyle tipler insanların dış görünüşleriyle arkadaş olurlar, onları kullanırlar ve bir çöp gibi kenara atarlar.
Bu sefer karşıma böyle birisi gelmediği için mutluydum, lakin okulda böyle çok tipler vardı. Ben düşüncelere dalarken kız;
"Benim adım Gökçe" dedi
O anda ben şok ben iptal. Ne dedi! Benimle tanışmak mı? Hemde böyle havalı bir tip? Şaka mı yapıyordu? Yoksa ciddi miydi? Umarım değildir.
"Bende Mila" demekle yetindim. Ne yapsaydım? Evet okulun havalı kızlarından olmak isterdim, fakat hangi dağda kuş öldü de benimle arkadaşlık yapmak istiyor! Ayrıca istese bile beni istemeyecek kankaları vardır. Gökçe isimli kız gülümseyerek
"Tanıştığıma memlun oldum. Bende 12/A da okuyorum, aynı sınıfta olmamıza sevindim." Dedi heycanlı bir sesle. Gökçe okulun popüler kızı yani benimle arkadaş olması için Antarktika'ya güneş gelmiş demektir, ya da sinsi bir plan dönüyordur. İki ihtimalde çok mantıksız geliyor bana çünkü yeni gelen bir kıza neden sinsilik yapmak isteyesin ki? İlk ihtimali ise bilim adamları daha açıklamadı. Yani en azından benim bildiği kadarıyla. İçimle konuşmayı bırakıp, kıza yöneldim
"Bende" dedim. Onunla gereksiz muhabbet kurmak istemedim ama sormadan da edemedim "Şey 12/A ne tarafta?" Diye sordum. O da bana
"Gel beraber gidelim, seni sınıfla da tanışırmış olurum" dedi sesinde sevecen bir tavır vardı. Acaba gerçekten de beni sevmiş miydi, yoksa bu onun tatlı maskesi miydi? Bunu bilemezdim
" Teşekkürler" dedim ve gülümsedim. Ama bu sevecen bir gülümseme değildi! Asla da olamazdı 'çok büyük konuşuyorum'

Zor bela sınıfa gelmiştik. Merdivenleri çık çık bitmedi. Sınıfa teşfik ettiğimizde göre artık Gökçeden kurtulup kendi halimle baş başa kalabilirim sanıyordum, ama Gökçe durur mu? Hemen beni sınıfta tanıştırmaya başladı .
"Bak bu Gözde benim ikizim"
Gözde, Gökçe'nin aksine biraz daha kısa, uzun çakma sarı saçlı, sanki has gibi gözüken ama bir o kadar da makine ile yapılmış bukleleri, ful makyaj ile Bülent Ersoy'a benzeyen bir kızdı. Gözde elini uzatıp
"Merhaba ben Gözde" dedi, yüzünde yapmacık bir samimiyet vardı.
"Ben de-" sözüm yarıda kaldı. Çünkü
O sırada Gökçe beni diğerleri ile tanıştırmaya çalıştı. Gözde benim bıktığımı görünce araya girdi
"Sen Gökçe ye bakma biraz fazla konuşuyor, ve kafamızı ütülüyor istersen seni dışarı çıkartabilirim"
içimden kendi kendime 'kafa ütülüyor derken? Bir insan ikizi için neden böyle desin ki?' Diye geçirdim. Ayrıca ben köpek miyim beni dışarı çıkartacak?
Gökçe, Gözde ye ters bir bakış atarken beni Bartu'nun yanına getirdi. Bartu uzun boylu önleri uzun arkalara doğru kısalan sarı saçlı, mavi gözlü, sarı çerçeveli gözlükleri olan bir çocuktu. Sanki bir filimden fırlamış gibiydi. Siması bana tanıdık geliyordu, acaba tanışıyor muyduk? Elini uzatıp
"Ben Bartu. Benim yanım boş istersen benim yanıma oturabilirsin" dedi. Sesinde ince bir tını vardı. Bi- lahare tuttuğu elimi öptü. Elimi öptüğü için hem şaşkın hem de utanmıştım. Siması bana yakın geldiği, için tanışıyor olabilirdik. Ben onu hatırlamadım, ama o beni hatırladı belki de bu yüzden elimi öpmüştür
"Teklifin için Teşekkür ederim, bende Mila." dedim
"Mila ismini duymuştum" dedi Bartu, gözleri parlarken. Yok yok biz kesin tanışıyorduk ama nerden? Ayrıca ben neden hatırlamıyordum? Eğer tanışıyorsak büyük olasılıkla karanlık çağa denk gelmişti. Karanlık çağ ne anlama mı geliyor hemen anlatıyım, karanlık çağ... "Mila bizi duymuyor musun?" diye seslendi Gökçe. Olamaz ben kendi kendime düşüncelere dalmıştım ve onları unutmuştum, aslında bazen unutmak iyidir. Ben yine içimle konuşmaya başladığımı fark eden Bartu, beni saçlarımdan öptü bu sakin ol çiçeğim içinle biraz daha konuşabilirsin demekti, 'çiçeğim mi?' bu da nerden gelmişti içim bile Bartu'yu tanıyorsun diyordu ama nerden tanıdığımı söylemiyor, neden bu kadar acımasız! Kendimle daha doğrusu hafızam ile cebelleşmeyi bırakmam gerekiyordu, yoksa mağlup sayılacaktım. Beynim ve hafızam bir olup beni boğacak kadar kuvvetliler, hem de elleri ile değil anılarla. İçimi bıraktım ve arkadaşlarıma yöneldim, Gözde sanki bunu bekliyormuş gibi
"Sahi Mila, Mila ne demek? Konu buraya nasıl gelmişti bilmiyorum ama madem sormuştu o zaman neticelendirmeliydim. Ona açıklamak için düşünür gibi yaptım, kendi kendime konuştuğumu anlamasın diye. Sonunda açıklama için yeterince düşünmüştüm tam 10 saniye! Kendimle konuşmayı kesip açıklamak için ağzımı açtım
Ben tam açıklarken Bartu;
"Türkçe Çocukların oynadığı çelik çomak oyunu,Rusçada kibar, nazik ve hoş, sevgili, sevimli, sevilen, tatlı kişi, Slav dilinde aşk, Bulgarcada ise, sevgili, İspanyolcada harika.
İlk defa birisi ismim hakkında bu kadar şey biliyordu, bu kadar anlamı olduğunu ben bile bilmiyorum. Ben Bartu ya hayran hayran bakarken arka sırada oturan yüzünü bir tavşana benzettiğim çocuk;
"Ooo beyimiz dersine iyi çalışmış ayrıca bayram ziyaretinde miyiz oğlum neden kızın elini öpüyorsun?. Gökçe beni tanıtmadı o yüzden sen kendimi tanıtıyım ben Göktuğ" dedi. Gökçe ona "gıcık" der gibi baktığı sırada biz gülmekle meşguldük. Sonunda gülmeyi kesince Gözde o mantıklı soruyu sordu;
"Harbi sen nerden biliyorsun?"
Bartu önce bana parlayan gözlerle baktı sonra;
"Aslında biz Mila ile eskiden tanışıyoruz ama Mila beni hatırlamadı" ikinci bir şok daha geldi. Hadi bakalım hayırlısı. Tanımadı değil çıkaramadı
"Biz nerden tanışıyoruz?" Diye merakla sordum
Arkadaki tavşan da hemen maydanoz oldu
"Oğlum kızın daha haberi yok benzetmiş olamayasın?" Dedi. Tam bir maydanoz. Sana ne acaba sen kendi işine baksana
"Hani sen parkta basketbol oynuyordun ya" dedi Bartu sanki o zaman aklına gelmiş gibi daldı
"Hatırladım hatta o gün yağmur yağmıştı, sende bana hırkanı vermiştin." Dedim. Gerçekten de hatırlamıştım çok sevecen bir çocuktu, hala eskisi gibi miydi merak ediyordum.
Bartu'nun gözleri parladı;
"Evet hatta ondan sonra komşu olduğumuzu öğrenmiştik." Dedi. O zaman çok güldüğümü anımsa- mıştım. Ne günlerdi! Bartu'ya beni güldürdüğü için teşekkür borçluydum. Yıllar sonra bir daha hiçbir suretle öyle gülmemiştim. Hüzünlendim, onu sevmemek için hiçbir sebep yoktu. Bu bana yağmur yağ-
dığı zaman bir hırka uzattığı için değil, yaralarıma doğru müdahale ettiği için seviyordum onu. Bu sevgim asla arkadaşlıktan öte değildi
"Terasta çadır kurup yatmıştık" dedim. İçimdeki konuşmayı kesip
"Nasıl unuturum! Hele gece yarısı bütün mahalleyi ayağa kaldırmıştık" dedi
Bir anda gülmeye başladım. Nasıl unuturdum. Biz konuşmaya devam ederken sınıfın kapısından bir kız girdi. Uzun kızıl saçlı, beyaz tenli, çilli bir kız girdi. O da 'Yeşil Vadinin Kızı Anne' gibiydi bana bakarak;
"Bu kim?" Diye sordu. Bu da okulun havalı kızı olmalıydı
"Ben Mila" dedim
Şaşkın şaşkın yüzüme baktı
"Ney ney? Mi ne? Allah'ın cahili ne olacak? Sadece ergen tayfa ile takıldığı için ismimi tercüme etmesi bile büyük başarıydı
"Mila, M-i-l-a" diye heceledim. Anlamasını zaten beklemiyordum
"Nerelisin sen?" diye sordu. İsmimden dolayı beni yabanı sandı, zeka seviyesi anca buna yetiyor
"İstanbul" diye yanıtladı Bartu yine bana fırsat vermeden. Bu çocuğa her geçen dakika daha da hayran oluyordum
Ben ona hayran hayran bakarken Gökçe bana dönerek;
"Bu da Akçe" dedi sanki ortamı yatıştırmaya çalışıyor gibi. Akçe beni süzmeye başladı, ondan tam beklediğim gibi, okulun kendini beğenmiş, bakımlı, yağlı boya tablosu gibi yüzlü, fazla fön çekmekten dolayı oluşan yanıklı saçları olan popüler kızı bu olmalıydı acaba diğer kankaları nerdeydi?
Ben derin düşüncelere dalarken o bana bulaşmaya yemin etmiş gibi konuşmaya devam etti
"Her neyse, ayağımın altında dolaşma yeter" dedi. Bu ne kibir böyle! Sen kimsin de benimle böyle konuşuyorsun? Ama sakın kalmalıydım okulun ilk gününden, okuldan atılmak istemiyordum. Ne de olsa buraya son sene gelmiştim, bu yüzden tanışmamıza gerek yoktu. Bulunduğum ortamın tadı kaçtı- ğı zaman kendimle baş başa kalmak bana iyi geliyordu bu yüzden Bartu ya dönüp;
"Burada basketbol sahası var mı?" Diye sordum
"Gel gidelim" dedi. Sesi neşeliydi ama gözleri, gözleri garip bakıyordu. Sanki inme der gibiydi, neden böyle dedi bilmiyorum ama hayra alamet olmadığı kesindi. Korkunun eceli faydası yoktu bu yüzden potaya gitmek daha doğrusu inmek çünkü Allah bilir kaç kat yukardaydık
Maydanoz tavşan Göktuğ atıldı;
"Basketbol deyince aklıma geldi Utku nerde? Saatlerdir görmedim" dedi. Utku da kimdi? Yoksa o da Akçe gibi miydi? Kendini beğenmiş miydi? Hemen ön yargı yapmak istemiyordum ama böyle bir sınıf- ta normal birisi olması beklenemezdi. Kesin Akçe ile sevgilidir, başka ihtimal mümkün değil.
"Şimdi o herifi düşünemem." dedi Bartu ardından devam etti "Hadi gel biz inelim." Sesi nazikti
Biz çıktıktan sonra bir kızın "bu ikisi olur" dediğini duydum. Amacım asla Bartu ile birlikte olmak değildi, onu kendime yakın bir arkadaş olarak görüyordum eminim ki o da beni kendine göre yakın arkadaş olarak görüyordur. Bartu'nun Gökçeyi sevdiğini bildiğim için Gökçe'nin üzüldüğünü tahmin edebiliyordum. Bartu ya;
"Sen bana tarif et ben giderim" dedim. "Gökçeyi üzmüş olabilirler, içerde bizi shiplediler" demeyi de ihmal etmedim. Bartu bana basketbol sahasının yerini tarif ettikten sonra hızlı adımlarla sınıfa doğru ilerledi. Bende kaybolmadan sahaya gitmek için dua ediyordum. Bartu gökçeyi gerçekten seviyordu, aksini iddia eden taştır, Gökçe zaten tabiri caizse Bartu'ya tapıyordu. Bunu daha sınıfa geleli 1 saat olmayan bir kız söylüyordu, 4 yıllık arkadaşları bunu nasıl anlayamamıştı hayret ediyordum gerçi bunu anlamak için zeka lazımdı bunlarda kırıntısı bile bulunamazdı. Merdivenlerden inmeyi kesip kafam kadar olan "Basketbol Sahası 2 kat aşağıda" yazısını okudum, bunu hangi 12 numara hipermetrop yaptı bilmiyorum ama göz numarası büyümüş. Bir kontrol ettirsin maazallah bir daha ki sefere de akıllı tahta kadar yaparsa insanlar da onun gibi kör olmasa bari. Masumlar Apartmanındaki Safiye gibi konuştum, neyse gene saçmaladım oyun oynamak bana iyi gelecek ama oyun oynayamıyorum çünkü merdiven in in bitmiyor. Kim -4. kata basketbol sahası yaptırır ki? Her şeyiyle çok saçma bir okul
Nihayet sahanın yerini bulmuştum. Kafa dağıtmak için elime bir top aldım ve potaya attım. Topun potaya girmesi hoşuma gitti, daha rahat hissettim. Ama rahatlamam kısa sürdü. Arkamda uzun boylu bir gölge gördüm, irkilmiş ve korkmuştum. Ne olacaksa olsun hemen bitsin diye hızlıca arkamı döndüm.
Arkamda uzun boylu, yeşil gözlü, Bartu gibi önden arkaya doğru kısalan kahverengi saçlı, buğday tenli, üzerinde siyah bir kapüşonlu vardı gerçek olamayacak kadar eşsiz ve asıl. Beni gördüğü için hiç şaşırmadı, her gün gelen birisiymişim gibi baktı. O beni, bende onu inceliyordum. En sonunda ağzını açtı;
"Sen kimsin?" Sesi çok net, buz ve sertti. Dış görünüşe aldanma dedikleri bu olsa gerek
"Ben Mila" dedi gülümseyerek
"Mila mı? Öyle bir isim mi var?" diyerek sırıttı
"Annemler koyduğuna göre varmış" duygulanmıştım. Anne ve babamı özlemiştim bunu yabancı birine zahir etmemem gerekiyordu eğer bir insana duygularınızı ne kadar aşikar ederseniz sizi tam olarak oranızdan vurur, bunu küçük yaşta öğrendiğimden dolayı duygularımı artık rahat saklayabiliyordum. Bunun benim günlük yaşamımda zait olan latif olan bir şeydi.
"Senin gibi küçük bir kız çocuğunun annesinin elini bırakıp buraya gelmesi sence de saçma değil mi? Hemen çek git buradan!" Sesi yine sertti. Hayır annemi neden karıştırıyorsun ki
"Annemin elini daha önce hiç tutmadım" diye kısık sesle mırıldandım. Şu an ağlıyor olabilirdim, hatta kesin olarak ağlıyordum ki bana;
"Emzik de vermemi ister misin?" diye sordu alaycı bir şekilde. "Bebekler annelerini isterler. Senin annen nerde?" Diye sordu bana. O an gerçekten göz yaşlarımın sel olduğunu biliyordum, ona yalvarırcasına
"Annem hakkında bir daha konuşma" dedim. Benimle dalga geçtiğinin farkındaydım
"Başladın gene zırlamaya, nerde senin annen alsın seni başımdan! Gerçi ağlak bir bebeği liseye yollamayı nasıl düşünmüşse"
Ne dedin sen? Annem hakkında kimse böyle konuşamaz. Ona okkalı bir tokat attım, o kadar ağır vurmuşum ki yanağı yamuldu
"Annem hakkında kimde böyle konuşmaz! Hele senin gibi yoldan geçen zibidinin teki asla!" Sesimde nefret ve acı vardı, bütün potada sesin yankılandı. Koşar adımlarla potadan kaçtım. Sınıfa doğru ilerledim. Hemen Bartu'nun yanına gittim;
"Bartu senin yanına oturabilir miyim?" Diye sordum
"Sormana gerek bile yok" dedi sevecen bir tavırla.
Akçe ortalıkta gözükmüyordu, bu durumdan istifade eden Gökçe yanıma geldi;
"Kuzum sen ağladın mı?"
"Önemli değil ya" Gökçe bir terslik olduğunu anladı
"Utku da mı oradaydı?" Diye sordu
"İsmini bilmiyorum" dedim
Ben Gökçe'ye olan olayları anlatırken potadaki kişiye çok benzeyen bir çocuk yanıma geldi
"Merhaba ben Umut. Eğer Utku ile karşılaştıysan ve seni kırdıysa onun adına özür dilerim, ben Utkunun ikiziyim" dedi sonra elini cebine attı ve telefonu çıkardı, bana bir fotoğraf gösterdi, ardından sordu;
"Potadaki bu muydu?"
Başımı salladım. Yanımdaki çocuğun birebir aynısıydı ama tek farkla biri iyi biri kötü
"Tamam. Onun adı Utku serserinin tekidir" dedi. Bir insan ikizi için neden böyle düşünsün diye bu
Sefer sormakla vakit kaybetmek yerine dersin başlamasını bekledim zaman sanki hapis olmuş gibi geçmek bilmedi. Baktım ki yine kendi kendime konuşuyorum, hemen etrafıma baktım karşımda Umut vardı ona gülümsedim, zaten istediğim olmuştu ve sonra zil çaldı. Derse girdik. Utku'yu bekledim ama gelmedi, ona bayılmıyordum ama o tokattan sonra parmak izim çıkmış olabilirdi

Günün en sevdiğim saati yani öğle yemeği olmuştu. Ben yemeği sınıfta yemeği tercih edince Bartu'da bana katıldı, devamında diğerleri de. Sınıfta sadece Ufuk, Bartu, Göktuğ, Gökçe, Gözde ve ben kalmıştık. Gökçe'nin beni soru yağmuruna tutacağını biliyordum ve öyle de oldu
"Sen kaç kardeşin?" aslında bana böyle soranlara yapacaklarım yasak elma da bile yoktu, ama beni merak ediyorlardı o yüzden sinirlenmek istemedim
"Bir ablam var" dedim. Sesim kalkan gibiydi yani bu güçlüyüm demekti dimi, en azından ben öyle biliyorum
Gözde;
"Ablanın adı ne?" diye sordu. İlk tanıştığımızda ikizine söylemediği şey yoktu, şimdi ise ondan kalır bir yanı yok
"Lidya" diye cevap verdim. Onun hakkında konuşmayı sevmiyordum
Maydanoz tavşan Göktuğ ondan bekleneni yaptı ve Sordu;
"Lidya ne demek?" Allah seni benim başıma imtahan olarak yollamıştı
Daha rahat anlaması için kısaca "Para, parayı Lidyalılar buldu ismi oradan geliyor" dedim pek anladığını sanmıyorum ama yine de "anladım" dedi
"Bir ablan olduğundan neden bahsetmedin?" diye sordu Bartu sanki konuyu dağıtmak ister gibi
"Olan olayları biliyorsun, o yüzden pek vaktim olmadı" dedim
Maydanoz tavşan Göktuğ yine maydanozluğunu konuşturdu
"Hangi olaylar?"
"Babamı kaybettim, o zaman darmadağın olmuştum ama Bartu sayesinde kendimi daha iyi hissetmiştim, Bartu gittikten sonra yani bundan Sonra sağ olsun bir aile, beni ve ablamı evlatlık edindi. O yüzden kusura bakma Bartu seni de tanıyamadım" gözlerim dolmuştu. Bartu o mütevazı surat ifadesi ve içten gülümsemesi ile;
"Olur mu öyle şey asıl sen kusura bakma Cenazeye gelemedim"
"Olsun canım gelmesen bile bana çok destek oldun"
Gözde yine merak içinde baktı ve sordu;
"Peki annen? Ne neredeydi?"
"Annem beni doğururken öldü. Heralde Lidya da annemizi benim öldürdüğümü düşündüğü için benimle pek samimi değil"
Maydanoz tavşan Göktuğ bir anda bağırdı
"Noldu oğlum senin suratına?"
Neye veya kime bağırdı diye bakarken Utku'nun kapıdan girdiğini gördük
"Bu kızın burda ne işi var?" diye sordu şaşkın şaşkın bakan, bana basketbol sahasında
Boş boş konuşup, beni ordan kovan oydu. Tepkiyi onun değil benim vermem lazımdı
"Hangi k-" derken bu sefer maydanoz ben oldum ve;
"Bende bu sınıftayım" dedim ayağa kalktım ve gittim
Biraz hava almak bana iyi gelir diye düşünüp bahçeye çıktım. İçerde tam olarak ne oldu bilmiyorum. Aklıma Utku geldi ve göz yaşlarıma hakim olamadım. Annem hakkında dedikleri aklıma geldi. Beni gerçekten anlayan yoktu. Hayata isyan ediyordum! Akçe'nin adımı duyunca verdiği tepki, Utkunun annem hakkında öyle konuşması hepsi gerçekten ağrıma gitmişti. Ben kendi kendime hayata isyan ederken Bartu ve Umut yanıma geldi. Umut;
"Gerçekten çok özür dilerim yapmış yine bir hata" diyerek benden af diledi
"Hatayı sen yapmadın, kardeşinin arkasını toplamayı bırak!" dedim sesin biraz fazla çıkmış olabilir ama kendime engel olamadım
Şaşırmış şaşırmış bana bakıyordu. Bu kardeşinin yediği ilk mukaat değildi belli ki. Ama böyle bir tepki ilk kez yaşanmıştı, bu tepkimi beklemiyordu. Bartu araya girdi ve sakince;
"Sen Utku'ya bakma, her zamanki hali" dedi bezgince. Kim bilir, benim gibi kaç kızında hatta erkeğinde hobileri ile oynamıştır? 'Oyunbaz' a bak sen!
"Yani her zaman bilip bilmeden konuşan, insanların kalbini kıran birisi mi?" Diye sordum Bartu bu cevabı beklemiyordu. Tam açıklama yapacakken ben yine maydanoz oldum ve;
"Açıklamana gerek yok" Umut'a döndüm "Allah sabır versin bizim evde de var böyle bir tip dışı seni içi beni yer". Umut bu dediğime güldü. Nede olsa gadardaş'dık. Birbirimizin halinden en iyi biz anlardık

Tutku'm (Ara Verildi)Where stories live. Discover now