opera house

344 39 61
                                    

han jisung, 18.05.22

on sekiz mayıs.

hayatımın mezarından çürümüş bedenimle çıkmaya başlayacağım gün. tamamen beyaz, tertemiz bir umut kelebeğine dönüşeceğim gün.

aklım bomboş. hiçbir şey düşünmüyorum. elimde siyah gitarım, arkamda simsiyah duvarların üstündeki minik turuncu, yeşil, mavi, sarı yıldızlara bir ihanetmişçesine ruh gibi kafenin dolmasını bekliyorum.

cigarettes after sex, olarak adlandırılan kafenin genel olarak sevgililerin geldiği, rahatça içip eğlenebildikleri ancak diğer odalara göre oldukça sakin ve melankolik olan odası bu. pure.

buraya daha çok yirmili yaşlarındaki gençler geliyor. daha gençliklerinin başındalar ancak üzerindeki stres tam olarak belli oluyor gözlerine baktığımda. kimisi sigarasını yakıp içiyor, kimisiyse ağlayarak bizi dinliyorlar. en garibi de, uyuyanlar bile var.

içerisi yavaş yavaş dolmaya başlıyor ve sıkıntılı hava her yere yayılıyor. herkes depresyondan oflayıp pofluyor, içiyordu. bense elimdeki siyah gitarla ilgileniyor, bir sıkıntı olup olmadığından emin oluyordum.

"hazır mısın?" diyerek sırtıma dokunan ve gülümseyerek bana bakan changbin'e kafamı salladım sadece sakince.

mikrofona birkaç kez tıklayıp kontrol ettim ve ardından bizi dinlemeye gelmiş olan onlarca insana baktım. "opera house." dedim şarkının adını hepsine duyurmak için.

zaten birbirleriyle konuşmayan insanlar, birkaç hışırtı sonrasında bize odaklandı ve ben de siyah gitarımın tellerinin ellerim ile buluşmasına izin verdim. çıkan rahatlatıcı ses ile birlikte dudaklarımın de birleşmesine izin verdim şarkıyla.

insanlar sağa sola sallanıyor, bazılarıysa benim videomu çekip gülümsüyordu. hepsinin gözüne baktım tek tek. hepsinden gözümü geçirdim. neler yaşamış olabileceklerini, nelerin hayatlarından eksildiğini merak ediyordum. bunuysa gözlemlerimle yapıyordum ancak hiçbirini doğru tahmin edemediğimden de emindim. sadece eğlenceliydi.

kimisi mavi saçlıydı, kimisi siyah. bazıları renkli giyinmişken, bazıları kendi cenazelerine gelmiş gibi giyinmişlerdi.

ancak benim gözlerim gümüş saçlarıyla ışıl ışıl sanki duvarlardaki yıldızlar gibi parlayan, tüm dikkatiyle beni dinleyen çocuğa takıldı. dolgun dudakları loş ışıkta kıpkırmızı duruyordu, buğday teniyse gümüş saçına tezat kendini belli etmek için çabalıyordu resmen. en çoksa keskin çenesi ve büyük gözleri etkiledi beni. gözleri loş ışıkta bile parıl parıl parlıyor, canlı kalmak için savaşıyordu sanki.

cebine uzanıp sigara paketini çıkartırken, çakmağıyla ateşlendirdi ve arkasına iyice yaslandı. üstü uğraşılmış bir kombin değildi, ilk defa gördüğümden tarzını bilmiyordum ancak ne giymişse çok iyi taşıyordu.

tüm şarkı boyunca gözlerine bakmaya devam ettim. şarkımın bitiminde de saklı yıldızlar olan gözlerine ve kıpkırmızı dudaklarına baktım. ne o benden gözünü ayırdı, ne de ben.

birkaç şarkı sonrasında ayrılanlar da oldu, kalanlar da. kalanlardan biri de gümüş saçlıydı, şarkıya kendini bırakmış, belki de beşinci sigarasını içiyordu şu an. bilmiyordum, saymamıştım ancak sigarayı içime o kadar uzun zamandır çekmemiştim ki, ciğerlerim oksijeni değil, sigaranın dumanını özlemişti.

sonunda sahneden indiğimizde, gitarımı yanıma aldım ve çıkışa doğru ilerledim. arka kapının yanındaki eskimiş bankta duyduğum sigara kokusu, kafamı oraya çekmemi sağladı.

gümüş saçlı.

yanına yaklaştım yavaş adımlarımla rüzgarlı havada. kendimi sert tahtaya bırakırken, derin bir nefes verdim. "sigara olsaydı çok iyi olurdu şu an." dedim ona bakarak. o ise bana garip ancak çabuk alışmış gözlerle bakmış, sonrasındaysa gülümseyip ceketinin cebinden bir dal sigara çıkartmıştı hiçbir şey demeden. en sevdiğim, dedim kendi içimden. beden dili.

sigaramı da onun yardımıyla yaktıktan sonra chan ve changbin'in görmemesi için sweatime sarıldım biraz. yoksa changbin her an bateri çubuklarıyla gelip o çubukları götüme sokabilirdi. chan de eminim gitarını sokmaktan çekinmezdi. uzun süredir sigara içmiyordum ve biliyorlardı ancak tekrar başlarsam... bilirsiniz işte. kızarlardı.

"apocalypse." dedi kendi kendine sigarasından bir nefes daha vererek. "söylediğin şarkılardan biri. ne demek?"

"kıyamet." diyerek cevapladım ona dönmeyerek. "artık şarkıyı kim yazmışsa, ona göre öpüşünce kıyamet kopuyormuş."

"woah," dedi önüne bakmaya devam ederken. "güzelmiş, insanların böyle şeyler hissetmesi hoş."

"evet," dedim. "isterdim." ağzından küçük bir alaylı gülüş çıkmış, sonrasındaysa gözleri beni bulmuştu.

"öpüşünce kıyamet kopuyormuş kadar güzel hissettiren bir insan o kıyamette seni yakınca gör bir de."

"fazla edebi konuştun, ama anladım." dedim arkama iyice yaslanıp. gerçekten etkileyici bir sesi vardı, cümleleri akıcı bir şekilde konuşabiliyordu ama güvensizlik vardı sesinde. kendisine ait bir güvensizlik.

"şarkıları bu kadar içten söylediğine göre senin de vardır hayatında birileri, hm?" yüzüme dönmesiyle beni incelemeye başlamıştı. kendimi süzgeçten geçiyor gibi hissetmekten alıkoyamamıştım, kombinimden saçlarıma kadar her şeyime bakıyordu.

"emin ol şarkıları bu kadar içten söylemem için birine ihtiyacım yok." dedim ben de inadına ona bakarak. "keşke biri olsa ama olmayınca da olmuyor işte. zorlamaya gerek yok."

"bırak zorlama," dedi bakmama utanmış gibi önüne dönüp. "zorlayınca karşına iyi hiçbir şey çıkmıyor."

"fazla kırmışlar seni belli. bırak siktir et, onlara hakkında edebi konuşmaya bile değmez."

"edebi konuşmuyorum." dedi kıkırdayıp. "laf oyunu sadece."

kollarımı bankın iki tarafına koyup yerimde yayıldım. sigaram bitince, yanımdaki taşa bastırıp söndürdüm. "bu laf oyununu onlara yapsaydın emin ol bu kadar kırılmazdın." dedim. belki yanlış anlardı beni, bilmiyorum ama alıngan biri gibi de durmuyordu.

"haklısın." dedi derin nefes verip. alınmadığına şaşırmıştım, oysa kızabileceğini bile düşünmüştüm.

"ben kaçar," dedim yerimden kalkıp. "arkadaşlarım beni bekler."

"iyi eğlenceler." dedi sadece.

"iyi geceler sana da." dedim ve cluba, arkadaşlarımın yanına geri döndüm tek gecelik bir sohbet olduğunu düşünerek.

pure adlı odanın duvarı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

pure adlı odanın duvarı.

nothing's gonna hurt you babyWhere stories live. Discover now