2

344 42 37
                                    

"ee, ödedin mi ya telefon parasını?"

"ödemedim tabii ki. ne ödeyeceğim, onun yüzünden geç kalıyordum zaten."

mingi tepsiye siparişleri koyarken bende tabletten doğru mu diye kontrol ediyordum.

mingi, restoranda beraber çalıştığım ve çokta sevdiğim bir arkadaşımdı. iş dışında da sık sık görüşüyorduk. benim gibi o da geçici süreliğine burada çalışıyordu, ikimizde heyecanla işe alınmayı bekliyorduk.

"şunu götür, sonra konuşuruz."

siparişler hazır olunca başımı sallayıp mingi'nin uzattığı tepsiyi aldım. bu işteki son günlerim olabilirdi, tek dileğimde buydu çünkü mezuniyetten sonra düşlediğim iş bu değildi.

7 numaralı masaya geldiğimde tepsideki yemek tabaklarını tek tek koyarken göz ucuyla da müşterilere baktım. zengin iş adamı ya da baba parası yiyen züppeler gibi duruyorlardı. aklıma dolan düşüncelerden dolayı gelen gülme hissimi yatıştırmak için dudaklarımı birbirine bastırırken kulaklarımı dolduran sesle gözlerimi masadan ayırdım.

"şarapta istemiştik."

"hemen getiriyorum efendim."

"burada dolduralım."

müşterilerin bitmek bilmeyen isteklerine, arkalarından gözlerimi devirip mutfaktan hemen şarap şişesi ve kadehleri kapıp geri döndüm.

daha önce hiç açmamıştım, şampanya gibi patlıyor muydu yoksa normal bir şekilde açılıyor muydu hiçbir fikrim yoktu.

"açabilecek misin?" masadan alaycı bir ses çıkınca gözlerimi sesin sahibine diktim. bazı müşteriler insanın sinirlerini bozacak derecede muamele yaptığı için bu kişinin de niyetini ses tonundan sezmiştim. sezgilerimde de pek yanıldığım söylenemezdi çünkü gördüğüm tanıdık yüz, bunun cevabıydı.

gözlerimi kısıp "tabii ki de açabilirim!" diyerek rezil olacağımı bile bile elimi şişeye götürdüm.

geçen gün çarpıştığım serseriyle burada karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi ama şu an bunu boş verip bir kez daha rezil olmamaya özen göstermeliydim.

"bu seferde şişeyi kırma."

keskin bir tonla konuşuyordu. sanki beni yıllardır tanıyormuşçasına bir sonraki adımımı tahmin ediyordu.

"pardon?" laf sokmaya devam ettiriyordu ama laflarının ve imalarının altında kalamazdım. elimdeki şişeyi açmak için sıkarken karşımdaki adamın gözlerinin içine bakıyordum. o da bana yapmacık bir tebessüm veriyordu.

"pek beceriks-"

sözünü tamamlayamasa da yaptığım şey devamını getirmişti. pek beceriksizdim.

az önceki sahte de olsa gülen yüzünden şimdi eser yoktu. masadaki arkadaşlarının yüzüne peçete tutmasıyla ellerimi ağzıma götürdüm, az önce üstüne kan rengi şarabı mı dökmüştüm?

yüzüne tutulan peçeteleri sinirle çekip bana baktı, bağıracağından adım kadar emindim. azar yemeye hazırdım, haklıydı ve sonuna kadar hak ediyordum.

"sürekli başıma bela açmak zorunda mısın sen?"

yine bağırmıyordu ama ses tonu, öfkesini açığa çıkarıyordu.

"özür dilerim. temizleyeceğim, çıkarın gömleğinizi."

"gömleğimi?"

gömleğini çıkarırsa biraz sorun olabilirdi. düşünmeden konuşuyordum resmen. rezilliğimin üstüne level atlıyordum.

simon says ୨♡︎୧ choi sanWhere stories live. Discover now