Late Night Walks

544 2 2
                                    

•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•

Nikolai mantıksız davranıyordu. Aslında, mantıksız olmayı tercih ediyordu. En iyi çalışmasının bittiği vahşi, olasılık dışı düşünceler... Sık yaşanmayan bir şey değildi. Ancak alışılmadık olana olan eğilimine rağmen, bu son düşünceleri gerçekten sınır zorlayan türdendi.

Bütün gününü ülkesinin parçalanmaması için uğraşarak geçirmişti. Çok sevgili Ravka'sı, değerli bir yünü olan fakir bir koyundu ve kurtlar yaklaşmaya başlıyordu.

Mektupların gönderilmesi gerekiyordu. Soylular yatıştırılmalıydı. En yeni icatlarının geliştirmelere ihtiyacı vardı. Fjerdalılar, bir Lantsov taklitçisi tehdidiyle nefeslerini boynuna üflüyorlardı. Ve ona sadece mutlak bir küçümsemeyle bakan mutsuz bir nişanlısı vardı.

Nikolai Küçük Salon'un sessiz salonlarından geçerken elindeki içkiyi yavaşça yudumladı.

Belki koyun benimdir, diye düşündü. Belki geriye kalan her şey ısırmayı bekleyen birer kurttur.

Ağır içkisinden bir yudum daha aldı ve zihninin derinliklerinde bir hırlamanın yankılandığını hissetti. Yürümeyi aniden kesti, kalbinin yavaşlamasını bekledi. Keskin, tanıdık tırnakların eldiveninden çıkıp çıkmadığını  görmek için ellerine bakmaya korktu.

Birkaç dakika hiçbir şey olmadan geçtiği için amaçsız gezinmesine geri döndü. İblisi azizlerle olan savaştan döndüklerinden beri, haftalardır, ortaya çıkmamıştı. Her ne kadar zincirlere ihtiyacı olmasa da İblisin karanlığına tutunduğunu hissedebiliyordu. Karanlığını besliyor, büyümesine izin veriyor ve Nikolai'ı çeneleri arasına almak için mükemmel anı bekliyordu.

İşler böyle devam ederse, muhtemelen uzun sürmez, diye düşündü Nikolai köşeyi dönerken. Aynı anda görünmemek için çabalayan biriyle çarpıştı.

"Annen sana düzgün yürümeyi öğretmedi mi?"

Sesindeki sert ton sakinleştiriciydi. Zoya kapüşonunu çıkarırken, ona ne şaşkınlıkla ne de özür diler gibi bir bakmayınca Nikolai istemsizce gülümsedi.

"Sevgili Generalim, sizi temin ederim ki kendi kendime yürümeyi öğretecek kadar gelişmiştim." Dedi içkisinden daha büyük bir yudum daha alırken.

"Bu çok şeyi açıklıyor Kralım." Kapüşonunu düzeltti ve pelerinine tuhaf bir şekilde sarmalandı.

Nikolai kaşını sorarcasına kaldırdı. "Geliyor muydun, gidiyor muydun?"

"İkisini de yapmıyordum." Omuz silkti, "Yürüyüşe çıkmıştım."

"Biriyle? Ay ışığının altında? Söz konusu sen olunca garip şekilde romantik, Nazyalensky."

"Ben romantik değilim."

"Yani biriyle birlikte olduğunu inkâr etmiyor musun? İsmi ne?" Zoya ona tanıdık, kesici bakışlarından atarken sırıttı. Bu bakış nedenini anlamasa da ona hep bir evin tanıdıklık hissini vermişti. Zoya'nın istediği kişiyle birlikte olmaya hakkı vardı. Onun kiminle zaman geçirdiğini (ya da geçirmediğini) bu kadar umursamamalıydı.

Nikolai kafasını salladı. Belki de bunu yapan alkoldü.

"Seni Küçük Saray'a hangi rüzgar attı, Lantsov?" Onun sorularını görmezden gelerek sordu Zoya.

"Son kontrol ettiğimde Kral bendim. Bu soruyu cevaplamak zorunda değilim." Onu kışkırtıyordu. Kışkırttığının farkındaydı. Ama haftalardır ilk kez yaptığını sorgulayan kimse yoktu. Zoya'ya bakan kimse yoktu. Sadece o ve Zoya vardı. Baş başalardı. Ne olacağını görmek istiyordu.

"Ah, ama ben sizin generalinizim. Ve eğer şu anda birileri sizi pusuya düşürmeyi planlıyorsa, bu kadar umursamaz olduğunuz için onlara izin verebilirim."

"Ne kadar keskin, tatlı sözler..." derken ağzından bir gülüş kaçmasına izin verdi. "Belki de şiir yazmayı denemelisin."

Zoya'nın her açıdan mükemmel yüzünü gerçek bir sinir bozukluğu kapladı ve Nikolai birden onu özlediğini fark etti. Sürekli şakalaşmalarını, onun keskin, acımasız dürüstlüğünü, varlığının tanıdık ve kalıcı ağırlığını...

Ayaklarının bilinçsizce kalbinin aradığını kabul bile edemediği kişiye doğru gitmesinin oldukça tuhaf olduğunu düşündü.

"Benimle ilgili hiçbir şey tatlı değil"

Nikolai'a doğru bir adım attı ve bunun göz korkutucu olması gerekirken Nikolai saçlarında çayırların ve güneş ışığının kokusunu yakaladı. Elleri, uzun kapkara buklelerine dolanmak için harekete geçti.

Ama Nikolai buna izin vermedi. Bunun yerine bir adım geri atarak hızla çarpan kalbini sakinleştirmeye çalıştı.

"Ah, bilmez miyim, sevgili Zoya'm. Seninle ilgili en sevdiğim şeylerden biri bu."

Zoya'nın gözlerinde düz hâline dönmeden önce şok ve belirsizlikle dolu bir bakış dans etti. Hissettiği garip çekim onu Zoya'nın daha da yakınına çağırıyor gibiydi. Eğer yüzünü ellerine alabilse... Bunun için ülkesinin kaderini ve yaklaşan evliliğini riske atardı.

Bunun yerine uzun, karanlık koridorda yürümeye başlamadan önce paltosundaki görünmez tozu eliyle silkeledi. "David ile halletmem gereken bazı işlerim var. Size iyi geceler dilerim, General."

Nikolai gecenin serin havasına karşı yürürken ayrılma şeklinin ne kadar garip ve ani olduğunu fark etti. Arkasına, Zoya'nın çoktan kaybolduğunu düşündüğü yere bakmamak için büyük bir mücadele verdi.

Ki, oldukça yazık olmuştu. Çünkü eğer arkasına dönseydi Zoya'nın hâlâ bir Aziz heykeli gibi orada durmuş, sözlerini tuhaf bir bulmaca ya da bir duaymışcasına zihninde anlamlandırmaya çalıştığını görecekti.


•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•

My dear Zoya'dan General'e geçiş kalbimi söküyor sürekli...

Hem terapim hem terapi sebebim olmalari sonrunsali... KSBKBSKSBWJEL

Neyse canim sikildi arkadaslar bi gun zoyalai fandomu aktif olursa okicak bi sey bulamayip aglamasin diye atiyorum🤭🤭🤭 (hayir sadece canim istiyo)

damnable ribbon diaries | zoyalai Where stories live. Discover now