1 ༄ aklımda olmayan

505 71 113
                                    

- her şeyin başladığı gün
Gözlerinden göğüme sonsuz yıldız akar. (Erdem Beyazıt)

Her şeyin başladığı günler tarihte nasıl başlamıştır? Dünyanın başladığı gün nedir? Tarih ve saat tam olarak neyi gösteriyordu? Bir şeye nasıl başlangıç deriz ve başlangıç olan şeyler nelerdir? Saat nedir? Zamanı kim buldu? Akıp giden ve yetişmeye çalıştığımız fakat esiri olduğumuz bu şey de ne?

Bilmiyorum. Bilmiyorum çünkü Kordia'da zaman çok yavaş geçerdi. Sakin bir dere yatağının uslu suları gibi sessizce, ağırbaşlılıkla ve metanetle ilerledi. Eskiden Kordia'da zaman çok yavaştı. O zamanlar penceremdeki tül perdenin rüzgârla dalgalanmasını, gözyaşı damlası gibi kabarıp şişmesini seyrederdim. Yatağımda sadece tavanı izleyerek yatardım. Sol tarafta, kitaplığımın hemen üzerinde üç kollu bir çatlak vardı. İncecik bir şeydi. Sonra penceremden bir sinek girerdi. Kalkıp perdeyi çekmek için hiç acele etmezdim. Orada, pencerenin önünde durur ve sağ yandan ufuk çizgisinin yarı yoluna kadar uzanan tepeyi, yemyeşil ağaçları, cümbüş sineğinin gözleri gibi parıldayan güneşi ve ileride mavi bir şerit hâlinde görünen tatlı denizi seyrederdim.

Eskiden Kordia'da zaman yavaştı fakat Na Jaemin buraya adımını atar atmaz koca saatin ayarını bozdu, akrebiyle yelkovanını kurcaladı. Şimdi her şey onun merdivenden inen gürültülü ayak sesleri kadar hızlı gerçekleşiyor. Hatta o kadar hızlı ki, Na Jaemin denen çayır sineğinin hangi vakitte gelip beynime çöreklendiğine anlam veremiyorum. Nasıl onu güzelim bir kelebeğe benzetme cürretini göstermiş olabilirim, hayret ediyorum. Böyle bir şey mümkün olmamalı çünkü ondan nefret ediyorum.

Fakat her şeye rağmen zamanın yavaş aktığını zannettiğim anlar da var. Nadir de olsa böyle anlar hâlâ Kordia'nın kıvrımlı yollarının, temiz göğünün, eski bahçelerinin, manolya ağaçlarının arasında saklanıyor olabilir. Zannediyorum ki öyle. Çünkü şimdi sessizce ipe asılı çamaşırları seyretmekteyim. İki tane beyaz gömlek, mavi bir çarşaf, üç atlet ve bir tane erkek mayosu. Kırmızı renk. Hâlbuki annem beyazları yıkamış fakat en sondaki koyu kırmızılık koca bir nar lekesi gibi ipte asılı. Çamaşırlar rüzgârın elleriyle kalkıp iniyor, arkalarında da bir gölge, elindeki çorapları ipe tutturuyor. Na Jaemin'in gölgesi. Kopkoyu, beyaz çiçek yapraklarının altındaki bir çayır sineği. Hareketlerini görebiliyorum. Keşke görmeseydim ancak görüyorum. Yavaş yavaş seriyor çamaşırları. Bahçedeyiz, çamaşır ipinin bir ucu manolya ağacının dalına bağlı.

Yoldan geçen bir otomobilin kornasıyla irkilir gibi oldum. Bakışlarımı çamaşırların ardındaki çayır sineğinden kaçırdım hızlıca. Daha fazla tahammül edilemezdi. Bahçedeyiz. Ben evin önündeki gölgeliğin altında, dört kişilik beyaz masamızda oturuyorum. Tam çaprazımda Jaemin çamaşırlarını seriyor. Annem içeride, ne yaptığını bilmiyorum. Donghae ise atölyesinde olmalı. Ne yazık ki Jaemin ve ben yalnızız.

Öğle güneşi yerini yaz esintisine bırakalı çok olmuştu. Yoldan geçen tek tük arabaların ve otların arasındaki çekirgelerin sesleri çalınıyordu kulağıma. Elimde bir kitap. Solgun Ateş. Neden elimdeydi bilmiyorum, neden bu kitabı aldım annemin kitaplığından? Yazarının Jaemin'in o gün okuduğu kitabın (Karanlıkta Kahkaha) yazarı olması ise tamamen tesadüf. Geç fark ettim. Nabokov yazmış her iki kitabı da, geç fark ettim.

Otuz yedinci sayfayı okuyordum fakat odaklanmamı güçleştiren bir şeyler vardı. Enseme esintiyle beraber ufak bir sineğin konup kalktığını hissettim. Sonra sol tarafımdaki hareketliliğe kaymak istedi gözlerim ancak inatla kitaba bakmaya devam ettim. Jaemin'in masanın başına geldiğini, az ötemdeki sandalyeyi çekip oturduğunu, bellir belirsiz bir hareket deryası gibi gördüm. Ancak hiç oralı değildim. Nabokov daha önemliydi. Dünya üzerindeki her şey Na Jaemin'den daha önemliydi.

küçük ateş güzeli, nominWhere stories live. Discover now