46- Evsiz

295 32 28
                                    

Buradaydı işte. Hiç istemediği hâlde, üzerinde hiçbir zaman benimsemeyeceği üniforması ve elinde silahıyla omuzları çökmüş bir hâlde güneş gibi parlayan güzel kubbeli caminin önünde insanlara rahatsızlık veriyordu. İnsanlar ibadethanelerine ibadet etmeye geliyordu ama o tanrı ile aralarına girip onları korkutuyor ve huzurlu anlarını mahvediyordu. Bunu yapmaya ne hakkı vardı? Açıkçası Dylan'ın bu rahatsızlığı İsrail ve Filistin meselesinin çok ötesindeydi. Bu kalbi olan hiçbir insanın kabul edemeyeceği bir durumdu. Bu dünyanın hiçbir yerinde yaşanmaması gereken bir olaydı. Hiçbir insan bir başka insanın manevi değerlerine saldırmamalıydı. Filistinliler mabetlerine gelirken İsrail askerleri onların manevi değerlerine saldırıyor, onlara zorbalık yapıyor ve bundan acımasızca keyif alıyorlardı. Dylan bu sahneleri görüp de hiçbir şey yapamadıkça kafayı yiyecek gibi oluyordu. Aklı mantığı almıyordu. Bir insan neden bir başka insana zarar vermekten haz alıyordu? Bu asla anlayamayacağı bir durumdu.

"Yüzünü aç dedim!''

Kulaklarına dolan İbranice sözlerle sinirle gözlerini yumdu. Yapılan bu insanlık dışı muamelelere artık katlanamıyordu. Buradan gitmenin bir yolunu bulmalıydı. Köpük kızını da bu cehennemin ortasından çıkarıp götürmeyi her şeyden çok istiyordu. Ama bunun mümkün olmayacağının farkındaydı. Lina onunla hiçbir yere gitmezdi. Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu. Acaba şimdi ne yapıyordu? İyi miydi? Theodore'nin verdiği ilacın yan etkisi onu kötü etkiliyor olmalıydı. Onun için bir şeyler yapamıyor olmak canını yakıyordu.

Bağırma sesleri yükseldiğinde dayanamayıp kargaşanın olduğu yere doğru yürümeye başladı. Tam o esnada İsrail askeri elindeki copla Filistinli kadına vurup yere düşmesine sebep oldu. Yanındaki Filistinli adam İsrail askerinin yakasına yapıştığında bir diğer asker müdahale edip adamı yere yatırıp tekmelemeye başladılar. Sonradan başının ağrıyacağını bilmesine rağmen daha fazla dayanamayıp müdahale etmeye karar verdi.

''Yeter, durun!"

Bağırdığında iki asker durup ona baktılar.

''Yine mi Filistinlileri kollayacaksın Çinli?"

''İşine bak Colley."

Dylan sakin kalmaya çalışarak yumruklarını sıktı.

"Yeter öldüreceksiniz. Bırakın gitsinler.''

Sadece gözleri görünen kadınla birlikte Filistinli adamı yerden kaldırırken İngilizce konuşarak "Lütfen gidin buradan.'' dedi.

Filistinliler uzaklaşınca ona Çinli diyen asker omzuna vurup tehditkâr bir şekilde konuştu.

"Bunu raporlayacağım Dylan Colley.''

Dylan gözlerinin içine sertçe bakıp omuz silkerek yanında geçti. Tehditlere ve şikayet edilmeye alışmıştı. Her ne kadar Amerikalı olsa da görünüşünün Asyalılara benzemesinden dolayı zaman zaman ırkçılığa maruz kalıyordu. Gölge bir yere çekilip görev süresinin bir an önce bitmesini bekledi.

Annesi yaşasaydı belki de bu hâlde olmazdı. Sırtını güvenle dayayabileceği, onu sevip koruyacak birisi olurdu. Ama şimdi kimsesi yoktu. Bir başındaydı. Onu sevip yaralarını saracak kimsesi yoktu. Acıyla yutkunup düşünmeye başladı. Gidecek bir yeri yoktu. Ne büyüdüğü Amerika onun eviydi ne de burası. Hiçbir yerde kabul edilmiyordu. Hoş kabul edilse bile kendisini bu yerlere ait hissetmiyordu. Çünkü annesi gittiğinden beri birkez olsun 'işte burası benim evim, burada huzurluyum.' dediğini hatırlamıyordu. Mutlu olmadığı bir yere nasıl evim diyebilirdi? Evi neredeydi? Yoktu, evi yoktu. Bir evsizdi. Rüzgar onu nereye savursa oraya savruluyordu.

Taş zemini izlediği bakışlarını yerden kaldırıp etrafına baktığında üzerindeki bir çift gözü fark etti. İri mavi gözlerle göz göze geldiğinde şaşkınlıkla küçük çekik gözleri açılmış, ismi bir mırıltıyla dudaklarından dökülüvermişti.

LİNAWhere stories live. Discover now