Orman, geceleri günahlarını saklar.
Hangi dönemde hangi ülkede olursa olsun geceleri ormanın uğursuz olmadığı bir zaman olmamıştır.
Ancak bu uğursuzluğun büründüğü şekiller farklıdır. Kimi zaman ayaklarınızı yutan karanlık, kimi zaman eve gideceğiniz yolu gözden kaçırmanıza neden olan labirent, bazense salya kaplı dişleriyle aç bir canavar...
O gün ormanın uğursuzluğu "ışıktı".
Turuncu ışık... yalnızca kendisinin duyabileceği müzikle bir sağa bir sola dans eden, uğursuzca parlayan ışık...
Işık...
O gece bir kuytu köşe, korkudan donup kalan tüm canlıları saklamaktan başka bir şey yapamadı.
Işık, orman yangınından çıkıyordu.
Ağaçlar kısık çığlıklarıyla yandılar. İnsanların aksine ateş ayırt etmezdi. Önüne çıkan ne varsa her şeyi yakıp kül etti ve büyüdükçe uğursuzlukları yayıldı.
Sabaha karşı ormandan geriye bir avuç kara kömür kalacak ve orman ölecekti. Belki yeniden dirilirdi ancak bunun olması yüzyıllar sürerdi.
Ormanı ölümüne terk eden suçlu alevlerin ortasında uzanıyordu.
O suçlu, bir yolcu uçağının enkazıydı.
Aracın pervanesi daha yeni indiğini gösterircesine hala dönüyordu. İki kanadı da gövdesinden kırılmış, dikmesine yere saplanmıştı. Mezar taşına benziyorlardı.
Çevre bölgenin köylüleri yangını söndürmek ve hayat kurtarmak için toplanmışlardı. Ancak çok geçmeden köylülerin yüzü umutsuzlukla doldu. Böyle bir kazada hayatta kalanların olması mümkün değildi.
Uçağın kopan gövdesi sıcaktı ve alevler uçağın içine yayılmış olacak ki metal tiz bir sesle sanki çığlık atıyordu. Bu haldeyken uçağa bindiğinizi varsayarsak ayakkabılarınız muhtemelen yerde erirdi.
Köylüler çaresizlikle kazadan geri kalanları aramaya başladı.
Uçak molozlarına çevre köylerin birinden gelen bir çocuk yaklaştı.
Elinde ağaç kesmek için kullanılan bir balta tutuyordu. Yangının daha da yayılmasını engellemek için çocuk, ağaç kesmenin işe yarayacağını düşünerekten baltayı getirmişti. Gerçekteyse sadece yetişkinleri taklit ediyordu. Oysa ufacık baltası dedesinin bonsai ağacını bile kesemezdi.
Buna rağmen çocuk enkaza yaklaştı. Kazazedeler olabilirdi. Birisini kurtaracak olursa yetişkinlerin övgüsünü kazanırdı. Çocuk, kendisini genç bir kahraman gibi hayal etti ve kalbi çarpmaya başladı.
Bu hevesinin sonu ölümü olacaktı.
Enkaza zar zor tutunan demir kapılarından birisi tık sesiyle koptu ve direkt çocuğun üstüne düşmeye başladı.
Kimse çocuğu kurtarabilecek kadar yakın değildi.
Demir kapı yüksek rakımda atmosfer basıncına dayanıklı olabilmesi için sağlam ve ağır yapılmıştı. Bir çığlık sesi yükseldi.
Demir kapı çocuğun kafasını tam ezecekken—
Bir el demir kapıyı tuttu.
O el, hiçbir köylüye ait değildi. El, yolcu uçağının demir kapısından çıkmıştı.
"Sonunda geldim mi?" dedi elin sahibi, sakin sesiyle.
Yolcu uçağından çıkan uzun boylu adam mavi takım giyiyordu. Avrupalıydı ancak tam yaşı belli değildi –muhtemelen ya yirmilerinde ya da otuzlarındaydı. Gözleri yanan alevlerin aksine soğuktu ve yolcu uçağının enkazı her yana dağılmış olsa bile bedeninde tek bir çizik yoktu.
"İniş biraz sertti ama neyse, tecrübe olmuş oldu. Sana gelince, iyi misin?" Mavi takımlı genç adam demir kapının altındaki çocuğa döndü. "Seni kurtardım diye bana geri ödemene gerek yok. İnsan hayatlarını koruyup kurtarmak benim işim. Ama yine de böyle bir yerde yaralanıyorum. Bu kapı standartlar gibi düştü mü eski haline dönemez."
"Huh... eh?"
Çocuğun gözleri yaptığı haylazlığın suçluluğu ve masumiyetiyle parıldıyordu.
O sırada mavi takım elbiseli genç adam yere atlayıp etrafına bakınmaya başladı.
"Ne? Dış belleğin veri tabanında böyle bir şey yoktu. Japonya'nın havalimanları cidden börtü böceğin ortasına mı kurulu? %67'si orman olan bir ülke olsa da havalimanını ağaçların ortasına yerleştirmek saçma değil mi? Yol bile yok, hedefine kadar yürümek zorundasın. İnsanların ne düşündüğünü hiç anlamıyorum."
Genç adam kasvetli bir ifadeyle başını salladı.
"Uh... um, sen..."
Çocuk ürkek sesiyle sordu.
"Um... kimsiniz?"
"Oh, özür dilerim. İnsan topluluğunda kendini tanıtmamak edepsizlikti." Konuşmayı bitirdikten sonra genç adam takımının cebinden siyah bir rozet çıkardı.
Çocuk rozetin ortasına yazılı gümüş sicimli yazıyı okuyamadı.
"Gördüğünüz makine Avrupa Polis Teşkilatında dedektiftir ve iş amaçlı kullanılmaktadır. Model numarası 98F7819-5'tir. Polis teşkilatları arasında, yetenek kullanıcısı mühendis Dr. Wollstonecraft tarafından üretilen dünyadaki ilk yüksek hızlı, bağımsız bilgisayar; insansı robotum. Kod adım Adam. Adam Frankenstein. Tanıştığımıza memnun oldum. Gitmem gereken bir görevim var o yüzden müsaadenizi istemek zorundayım.
Genç adam eğilip gitmeye hazırlanırken "Oh, doğru ya" dedi ve başını yine köylülere çevirdi.
"Bir ihtimal, Nakahara Chuuya diye birisini tanıyor olabilir misiniz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
STORM BRINGER
ActionYazar. Asagiri Kafka Çeviri: instagram/tumblr/ bungoustraydogs-tr