Eve gelene kadar arkasında yürümüş, onun uzun boyuna bakıp binbir farklı düşünceyle yolu tamamlamıştım.
Bana zarar vereceği açık ve net bir şekilde belli ettiği saniyeden beri kalbime yoğun bir acı akın etmiş, bu acı nefesimi keserek dizlerimin üstüne çöktürecek kadar derbeder etmişti beni.
Canımdan parça dediği insana kolayca zarar vereceğini söyleyip arkasına bakmadan yürüyordu. Öyle bir durumun içindeydim ki akıl mantığım beni terk etmişti. Eğer sağlam biri olsaydı arkasından bile gitmeden arkamı dönüp giderdim.
Ama şimdi onu böyle bırakmak istemiyordum, en azından fevri bir hareketle yeniden işleri yokuşa sürüp, canımızı yakmak istemiyordum.
Onun canı yansa benimki bin katı yanıyordu ama şimdi benim canıma bir şey olsa onun tepki bile vermeyeceğine emindim.
Aşık olduğum adam, bana aşık olan insan canımı yakmak için uğraşıyordu.
Bahçeden içeri girdiğimizde o koltukta oturan Akif'e kısaca bakıp salona ilerledi. Kaşları çatık vaziyette telefonuyla oynayan adam ancak saniyeler sonra bizi fark etti ilk arkadaşına sonra da bana bakıp yüzümdeki ifadeyi görünce noldu anlamında göz kırptı.
Ona aldırmadan içeri girdim Akif koltukta uzanmış bize bakıyordu, bakışlarımı çevirdim, Ömer merdivenleri çıkarken peşinden gittim. Hâlâ ayağının üstüne çok bastı diye canı acıyor mu diye düşünüyordum.
Sağlam olmayan psikolojim daha da yıkılmıştı sanki.
Odamıza çıktığımızda dolabın önüne gitti, koltuk değneğini kenara bıraktı. İçerisi karanlık olduğu için ışığı açtım, aynadan bana kısaca baktı. Ardından bugün kendi elimle giydirdiğim kazağa dokunmadan pantolonunu çıkardı.
"Bana havlu çıkarır mısın? Duş alacağım." dedi zorlanarak pantolonunu çıkarırken.
"Ömer," dedim aralık duran dudaklarımın ardından. "Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaksın?"
Pantolonu çıkarıp kenara bıraktığında kafasını kaldırıp buruşmuş yüzüyle bana baktı, hafifçe kaşları çatıldı ama ardından tek kaşını havaya kaldırdı. Dudağının kenarı alay edermiş gibi hafifçe kıvrıldı.
"Bir şey mi oldu sarı bebeğim?" dediğinde yutkundum. Aklımla alay ediyordu.
"Bir saat önce bana zarar vereceğini ima ettin." dediğimde güldü, o sırada kenarda duran gri eşofmanı eline aldı.
"Ben sana zarar vermem." deyip sağlam bacağını eşofmandan geçirdi. Bir adım attım yanına.
"Vereceksin." dedim onun sözüne inanmayıp, sesini çıkarmadı. Kafasını iki yana sallayıp eşofmanı tamamen giydi ve ardından vücudunu tamamen bana çevirdi.
"Öyle mi?"
"Öyle," dedim bir adım daha atıp sağlam bir şekilde önünde dururken. Düğüm düğüm olmuş boğazım sayesinde güçlükle yutkunurken, gozlerimi ondan ayırmadım. "Bana zarar vermen umrumda değil ama bana zarar verirsen, senin canın daha çok yanacak."
Şu an bana zarar vermesin diye onunla pazarlık mı yapıyordum? Bu absürt durumun farkındalığı ile irkildim.
Ömer uzunca bir süre yüzüme baktı, ardından kafasını hafifçe eğdi. Üç güçlü ve büyük adım atıp yanıma geldi. Aklı başka bir yerde olduğu için çok fazla aksamadı sanki. Acısını hissetmedi.
"Evet, benim canım daha çok yanar." dediğim şeyin doğruluğunu kabul eder gibi konuştu, esmer elini kaldırıp yanağıma koymak için bir hamle yaptı. Yanağıma dokundu ve baş parmağıyla çenemin kenarını okşadı. "Ama zaten canım çok yanıyor Erdal."
Değişik bir sesle söylediğinde gözlerim dolu dolu oldu, tüm vücudum titriyor gibi hissediyordum.
"Ömer, iyi değilsin." dedim titrek bir sesle. Karşımda bana deli gibi bakan bir adam vardı ve bunun Ömer olmadığına emindim.
"Değilim." dedi sadece dudaklarıma bakarken.
"Birbirimize daha fazla zarar vereceğiz Ömer, gittikçe tüketeceğiz birbirimizi." yeşil gözleri dudaklarımdan hızla kahvelerime çıktı ve ifadesizce yüzüme baktı.
"Ayrılmak mı istiyorsun?"
Bunun adı ayrılık mı bilmiyordum, her şeyin daha iyi olmasını istiyordum.
"Seni bırakmak istemiyorum ama ben yanında durdukça, içindeki o garip öfke dinmedikçe kötü olacaksın, olacağım." diye açıkladım, gözümden düşen bir damla yaş yanağıma süzüldü. Ömer baş parmağıyla hafifçe dokunup okşar gibi sildi gözümdeki yaşı.
"Haklısın," dedi saniyeler sonra elini geri çekip. Kafasını salladı. "En mantıklısı ayrı olmamız."
Onun ağzından böyle bir şeyi duymak daha da canımı yaktı, keşke inkar etseydi diye diretiyordu kalbim. İnkar etseydi, yine kalırdım yanında.
"Özür dilerim." dedim dudağım bükülürken.
"Önemli değil," dedi omuz silkip. "Birbirimizden ayrılmamız daha iyi olacak."
İyi olur muydu bilmiyordum ama onun canının daha fazla acımayacağını biliyordum. Gözlerimi halıya kitledim.
"Kendi yoluna bakarsın, buradan taşınırsın belki ya da istersen ben giderim." dediğinde sadece onu dinliyordum.
"Başkalarına aşık oluruz..." dediğinde kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Beni izliyordu.
"Sonrasında güzel bir ilişki yaşarız, acı ve üzüntü olmadan. Dışarı çıkarız arkadaşlarımızla, istediğimizde şehir dışına çıkıp gezeriz. Evleniriz belki de, ikimiz de kadınlardan hâlâ hoşlanıyoruz değil mi?"
Anlattığı şeyler nefesimi daralttı, sanki hiç yaşanmayacak olan hikâyeyi anlatıyordu. Kendisinin bile inandığından şüpheliydim ama söylediği 'güzel' şeyler sadece kötü hissettirdi.
"Daha çok sevilirsin." dedi kafasını ağır ağır sallayıp. "Benden daha çok severler seni."
"Ömer..." diye mırıldandım.
O anlattıkça, dışarıya bir adım atasım bile gelmiyordu. Hissettiğim duygular ise, korkunçtu.
Başkalarının sevgisini, Ömer'in sevgisizliğine değişmezdim.
"Çıkabilirsin dışarı solcu." dedi gülümseyerek. Samimiydi, içtendi.
Ardından arkasını döndü, hafifçe aksayarak dolana gidip kendisine havlu çıkardı. Bana bir daha bakmazken duşa girip kapıyı kapattı.
Arkasından gözyaşları içinde öylece kalakaldım.
***