2.Bölüm -Kolye-

1.2K 341 39
                                    

Bazı kardeşler vardır, kardeş olduğuna inanmakta güçlük çektiğimiz. Birisi esmer,kahverengi gözlü olurken diğeri sarışın,renkli gözlü olabilir. Bu biraz hangi geni aldığıyla ilgili olsa da iki değişik tip çıkarır ortaya. Ya da birisi oldukça uslu bir çocuk olsa bile diğeri yaramazın teki olabilir.

Bizim de Duru'yla en büyük farkımız, kardeş olduğumuza inanılmayacak nokta, şansımızdı.

Şanslı olan kardeş bendim, kendimi hep öyle görmüştüm. Gerek sağlık bakımından gerekse çevre bakımından somut bir ağırlığa sahiptim, Duru'ya nazaran. Sağlıklı bir çocukluk geçirmenin yanında aynı zamanda oldukça kalabalık bir arkadaş çevrem vardı. Tabi bu zenginliğin ve saygın bir ailenin üyesi olmanın getirdiği bir nedenle olmuşta olabilirdi.
Herşey bir yana ailemle aramda bir o kadar mükemmeldi, tıpkı annemle babamın arası gibi.

Sanırım bu hikayenin bahtsız kardeşi de Duru oluyordu. Benim hayatımın yazarı oldukça pozitif birisiyken, Duru'nun yazarı ya kötü bir yazardı ya da üstünde negatif yükler taşıyordu.

Duru'nun lösemi olduğunu uğursuz bir burundan akan sıvıyla ve tenindeki dehşet verici morluklarla öğrenmiştik, bir buçuk yıl önce.

Duru henüz 5 yaşındayken onun vücuduna sızıp sinsice içten içe fethetmeye başlayan adi bir virüsle hayatımıza güçlü bir kasırga vurmuştu. O kasırga sadece Duru'yu değil bizi de yerle bir ederken hepimiz birer harabeden farksızdık. Bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen hala kasırganın etkilerini taşıyorduk. Sadece birkaç tahlil sonucu hayatımızın tepe taklak olmasına yetmiş, hatta artmıştı.

Avuçlarımdan alınan tek şey mutluluğum değildi, aynı zamanda hayallerimdi.
En çok ilgiye muhtaç olduğu şu zamanlarda annemin ve babamın sorumsuz davranışları da ayrı bir sıkıntıydı. Sürekli olan kavgalar, birbirlerine ettikleri hakaretler, babamın evden çıkıp günlerce gelmemesi...

Ne kadar Duru'yu bu sorunlardan uzak tutmaya çalışsakta Duru bir çocuktu, aptal değil. Bir şekilde bunların varlığından haberdar oluyordu.

Duru'nun odasına girdiğimde hala uyuduğunu görmem vücuduma şaşkınlığı aşılamıştı. Normalde kapı gıcırtısına bile uyanıyordu, bu kadar bağırışların arasında benim gibi derin bir uykusu olan birinin bile uyuması zordu.

Kalbim asit dökülmüş gibi yanarken bir yandan bunu Duru'ya nasıl açıklayacağımızı düşünüyordum. Babasına olan saf sevgisinin en yakın şahitlerinden biri olarak Duru'nun çok üzüleceğini tahmin etmek zor olmuyordu. Bunu Duru'ya söylediğimde vereceği tepkileri hayal ederken karnımın üzerine güçlü bir tekme yemişim gibi hissettim. Benim hissettiğimin onlarca katı daha berbat hissedecekti.

Duru'nun odasından çıktıktan sonra kendi odama girdim. Günün yorgunluğuyla kendimi yatağa fırlatırken derin bir nefes verdim. Sanki hayatım bir yara almıştı ve o yara kabuk tutmak yerine daha fazla kanıyor, acıyordu. Ne zaman daha kötüsü olamaz desem hep daha kötüsü oluyordu. Darbelere dayanıklı olsamda nereden yiyeceğimi bilmemek beni güçsüz düşürüyordu. Güçsüz ve sersem.
Beynim bugün yaşadıklarımla çalkalanırken radarıma yakalanan adı Kutay olduğunu öğrendiğim çocukla kaşlarımı çattım. Nereden çıkmıştı o? Beni teselli etmeye çalışmıştı. Beni tanıyor muydu, ya da bizi mi dinlemişti?

Düşünceler kafamı işgal ederken yataktan sarkmış olan ayaklarımı yatakta topladım ve rahat bir pozisyonda durdum.
Son söylediğim sözden sonra bütün odunluğumu üstüme giydirip tek kelime etmeden eve gelmiştim.

Pozisyonumu değiştirip sırtüstü uzanırken dizlerimi büktüm. Duru ve ben bir yana annemin de üzüldüğünü bilmek çokta zeka gerektiren bir şey değildi. Babam hayatımızda hiç yer edinmemiş gibi yapmak bizim kadar annem içinde zor olacaktı.

Geçmişin İziWhere stories live. Discover now